4 Mart 2009 Çarşamba

Mad Max (1979)

Mel Gibson'un 23 yaşında olduğu sene, kısıtlı bi' bütçe. Fakat enfes bi' film. George Miller imzalı, harika bi' hikaye. Filmi izlediğim esnada aklıma yeni bi' fikir geldi. Bu işin sorumluları ve/veya yetkilileri kimse, artık sinema yapımcılığına bütçe sınırı koysunlar. Filmin afişinden tut da, senaryonun kalitesine dahi direkt etki ediyor. En azından bu film, bunu bas bas bağırıyor.

Daimi bi' anarşinin iz sürdüğü yollardaki suç temasıyla izleyiciye sunulması. Genel toplum ahlakının midesinin kaldıramayacağı farklılıklar. Kargaşanın geldiği noktayla beraber, yapılmış en iyi sinema filmlerinden birisi bu film. Parçalanmış bedenin geriye kalan parçası için imal edilmiş mini bi' tabut. Psikopat, oğlancı ve tecavüzcü bi' motorsiklet çetesi. Hani şu Saw serisinin ilk filminde gördüğümüz, "Ya bileğini kes, ya öl!" teması. Ayrıca filmde, Tarantino ezgileri de sezdim. İnsan düşünmüyor değil tabi, insan düşünüyor...

Sonu da enteresan, ne iyi kazanıyor ne kötü. Hatta bu film ne iyiyi ne de kötüyü ihtiva ediyor. Dedik ya; İyi de kötü, kötü de iyi. Hele Max'in karısının ve çocuğunun hunharca katledilmesi, çok enteresandır, bence George Miller inatla seyircinin istemediği şeyleri sunmasıydı.

Neyse film bitti. Şimdi sırada Mad Max 2 ve Mad Max Beyond Thunderdome var.

Kestiğim fotoğrafları görünce, daha fazla ilginizi çekeceğini düşünüyorum;







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yazmak için hiçbir engel teşkil etmez. Kelime doğrulama istemez, denetim beklemez. Öyle güzel bir yer burası.