16 Eylül 2009 Çarşamba

Escape from Alcatraz (1979)

Mahkumlarına, yemekhanede çatal dahi vermeyen bi' ada hapishanesi; Alcatraz. O hapishane, diğer hapishanelerde ıslah edilememiş olan mahkumları ıslah etmek veya en azından kontrol altında tutmak için dizayn edilmiş.

Bu filmde, söz konusu hapishaneden kaçmayı kafasına koymuş super-zeka bi’ adamın hikayesini anlatıyor. Başrol de, şu sıralar yakından takip ettiğim Clint Eastwood var. O’nun için bi’ filmde “İyi performans göstermiş.” gibi bi’ yorum yapmak yersiz. O yüzden o konuya değinmeyeceğim.

Aslında bahsetmek istediğim tek şey, The Shawshank Redemption filminin bu kadar saygı duyduğu şu sektörde, bu filmin bu kadar geri planda kalmasını anlayamıyorum. Tamam, kesinlikle Stephan King’in yazdığı hikayeyi ve o hikayeden derlenmiş filmi küçümsemiyorum ama söz konusu filme belki de ilham kaynağı olmuş bu filmin bu kadar geri planda kalması bana saçma geliyor. Hem de bi’ tarafta Tim Robins, diğer tarafta Clint Eastwood varken.

Not; Filmin senaristi Tightrope filminden tanıdığım Richard Thuggle. Yönetmeni ise Don Siegel. Alın bi’ de buradan yakın…









14 Eylül 2009 Pazartesi

Tightrope (1984)

12 Dev Adam’ın Sırbistan’I devirmesini keyifle izlediğim gecenin devamına bi’ film sıkıştırmamak olmazdı. Elimde de 80’li yılların başındaki Clint Eastwood’u izleyebilmeme olanak sağlayacak Tightrope adlı suç filmi de olunca, geceme güzellik katmam kaçınılmazdı. Ayrıca filmin senaristi, 1979 yapımı efsanelerden Escape from Alcatraz filminin de senaryosunu yazanlardan birisi olan Richard Tuggle'ydi.

1984 yılında yayınlanmış bu film, karısından ayrılmış, cinsel anlamda sıkıntılar yaşayan bi’ dedektif ve kurbanlarını hep genç kadınlardan seçen bi’ seri katilin ilişkisini anlatıyor. Hikaye fena değil, iyi. Böyle bi’ hikayenin prodüktörü ve başrol oyuncusu Eastwood olunca işler tabi ki de iyi gidiyor. İzleyiciye de böyle bi’ kıyak sunulmuş oluyor.

“Seks kokan mekanlarda çalan tuhaf caz ezgileri… :).”

Belki de filmi diğer suç filmlerinden farklı kılan yegane ayrıntı... Belki de filmi en güzel özetleyen cümle bu... Eastwood’u kovboy kıyafetklerinin dışında, kaliteli bi’ yapımda izlemek isterseniz, “kaçırmayın.” derim. Sonu belki bugün için şaşırtıcı değil ama eğer 1984 yılında izleseydim çok şaşırırdım, eminim…












Not; Filmdeki yardımcı bayan oyuncuyu, Jack Nicholson'ın efsane filmi One Flew Over the Cuckoo's Nest filmindeki baş hemşireye benzettim... Bilen, bilmeyen?

13 Eylül 2009 Pazar

30 Days of Night (2007)

Zombi filmleri. Her zaman film kıtlıklarında devreye girerler, bu böyledir. 30 Days of Night da benim için o görevi yerine getirdi. Yönetmeni x ve senaristi y sağolsun.

İyi filmdi. Genel anlamda oyunculuk performansı da iyiydi. Başrolünde Sin City, Lucky Number Slevin ve Black Hawk Down gibi efsanevi filmlerden hatırlayabileceğiniz Josh Harnett var. Bu da bi' güzellik, bu da bi' imkan...

Yönetmen gayet iyi iş çıkarmış. Aslında eskiden sinemada bu tip şeylere önem vermezdim ama şimdi hoşuma gidiyor; Film boyunca kareleyip de ekran görüntüsü yapabileceğim o kadar çok sahne vardı ki. Gerçekten de insana göz, filme de seyir zevki katmış. Hoşuma gitti. Ayrıca yönetmenin filmin başında verdiği ve benim hayatım boyunca izlediğim en baba karakterlerden birisi olan Bay Yabancı'nın(Ben Foster) suratı, sanki filmin gidiş hattı hakkında bilgi verir gibiydi. Gizem doluydu.

Senaryo da iyi sayılır. Daha doğrusu bi’ gariplik dışında iyi sayılır. O gariplik de şudur ki, zombilerin insanlardan farklı bi’ dil konuşabilmeleri. Tamam, filmin sonlarına doğru esas zombinin belirttiği gibi, zombiler uzun süredir yaşamda olan canlılar. Sadece insanlara kendilerinin bi’ efsane olduklarını inandırmışlar. O yüzden de oyunlarının bozulmaması için hiçbir insanı zombiye dönüştürmek istemiyorlar. Bu yüzden de hepsinin kafalarını kopartmak suretiyle öldürmeyi amaçlıyorlar. Yani gizli kalmak için ekstra çaba sarfediyorlar. Bu bağlamda, bu hassasiyet ile kendi aralarında bi’ dil geliştirmeleri çok normal. Ancak, sen yönetmen, nasıl olurda bu zombilerin aralarında konuştuklarını altyazıyla verirsin de, filmdeki tüm samimiyeti öldürürsün? Peki ya sen senarist, nasıl yaparsın bunu? Farklı dilleri konuşan iki türün, birbirlerini rahatlıkla algılayabilmesini nasıl açıklarsın?

Neyse, insanların keyfini kaçırmamak lazım. Kimisi de böyle saçmayı sever. Bana gelirsek, zaman zaman ben de saçma severim, evet. Fakat sonunda izleyiciyi gamdan ağlatmayı hedefleyecek bi’ zombi filmi kadar saçmayı sevmem.

Hoşçakalın, :).