29 Ekim 2009 Perşembe

Anket #1

Yeni bi' seri başlatıyorum. Artık siz sevgili 12 kişilik okur grubum için çeşitli anketler yapıp, yeni bi' post olarak sizlere sunacağım. Eski anketleri görmek için de tıklamanız gereken etiket "Anket" olarak sağ tarafta ve ilgili postların altında yazılı olacak. Siz de bi' zahmet oylarsınız artık.

Per qualche dollaro in più (1965)

Fazla yorumlayamıyorum artık... Yani yorumsuzum... Hele ki Per un pugno di dollari filmini izledikten sonra, diyecek hiçbir şeyim yok... Sanırım bu akşam, başka bi' Clint Eastwood westerni daha seyredeceğim. İsmi süpriz olsun.







27 Ekim 2009 Salı

Ronin (1998)

Ya bu benim hayatımın filmlerinden birisi. Sırf ufak kardeşime seyrettirmek için bugün bi' kere daha seyrettim. Blogda daha önce yazmamış olduğuma şaşırdığımı belirtsem, bi' sanal sözlük klişesine daha imza atmış olur muyum acaba?

*Bi' de o eşsiz PARİS yok mu?..*

Yönetmen John Frankenheimer. Efsanevi, başrolünde Frank Sinatra'nın oynadığı The Manchurian Candidate filminin yönetmeni. Aslında o filmi de bi' ara tekrar izlemek lazım, sakin kafayla. Neyse, biz filmimize dönelim. Oyuncu kadrosu fantastik derece de iyi denilebilir. Bi' kere en tepede eşsiz adam Robert De Niro var. Sam diye, eski bi' ajanı canlandırıyor. Para için yasadışı iş çeviren bi' ajan, hmm... "Klişe karakter!" denilebilir mi? Denilir... Fakat ne önemi var? Robert De Niro bokumu canlandırsa, izlerim... Ya aslında bu Sam'in karakterini açsak, filmi de anlatmış oluruz biraz. Daha doğrusu filmin konusunu. "Ronin" kelimesinin ne anlama geldiğini açıklamış olmak da istemediğim için bunu geçiyor ve CASTING'deki diğer güzelliklere değinmek istiyorum. Misal Jean Reno, sinema dünyasının çirkin kahramanı. O koca burnuyla bi' anasının bilmem neresine tersten girmiş Benjamin'i oynayamayacak birisi de olsa, o bizim Léon'umuz. İşte bu filmde de Fransız delikanlısı Vincent'ı canlandırıyor. Sarı sarı sigaralar tellendirirken izliyoruz O'nu. Öbür tarafta da, o güzelim suratını nasıl böyle meymeletsiz bi' şekle sokabildiğine akıl-sır erdiremediğim, müthiş oyuncu İngiliz Natascha McElhone'yi izlerken mest oluyorsunuz. Gregor karakterini canlandıran Stellan Skarsgård ve Spence'yi canlandıran Sean Bean da izlenmesi ve takip edilmesi gereken adamlardanlar...

Hem o enfes müzikleri için, hem de "RONIN" kelimesinin anlamını daha iyi idrak edebilmek için izleyin.

Seveceksiniz.










24 Ekim 2009 Cumartesi

Public Enemies (2009) #2

Olmadı be ulu Mann, bu sefer yapamadın. Zamanında(1995), dönemin en önemli 2 oyuncusunu biraraya getirip(Al Pacino ve Robert De Niro / Her ne kadar film seti boyunca yan yana gelmemiş olsalar bile...) yaptığın film ile(Heat) müthiş sükse yapmış ve adını en iyiler arasına yazdırmayı başarmıştın. Sonrası da çok iyi geliyordu. Heat filminden sonra yaptığın The Insıder, Ali, Colletral filmleriyle de çok başarılı olmuş ve biz sinema aşıklarına "İşte yönetmen böyle olur!" demiştik. Fakat şimdi olmadı ulu Mann, şimdi yapamadın işte. Sözüm ona, Robert De Niro ve Al Pacino'yu iki tane çaylağa denk gördün ve bu hareketin koskoca Christian Bale'yi Johnny Deep'in altına itmekten başka hiçbir işe yaramadı. Bu gerçek bi' hikayeden düzenlenmiş senaryo ile, güzelim Johnny Dillinger karakterini tanınmaz hale soktun, adama gereksiz bi' ciddiyet yükledin.

Ayrıca bi' yanlış daha yaptın ulu Mann... Diğer filmlerinin birçoğunda olduğu gibi, yine iyi kazandı. Ha, Marion Cotillard konusunda yanılmamışsın fakat yardımcı Bale, Deep ve O'nun dışındaki yardımcı oyuncular çok tırttı be ulu Mann...

Neyse, sonuçta benim açımdan bi' problem yok. Her ne kadar 2 saat 20 küsür dakika boyunca, bu hasta halimle, bilgisayarın başına kitlenmiş olsam bile fena zaman geçirmedim. Tek istediğim, Michael Mann böyle "Ulan efsanevi işler yapmalıyım..." düşüncesinden sıyrılsın. Yoksa böyle sırf nostaljik silah ve araçların ekmeğini yemek zorunda kalacağı tırt filmler yapmaya devam eder.

Benden söylemesi...












Per un pugno di dollari (1964)


Hazır hastalığımı fırsat gösterek, şu kötü gidişhattan birazcık kendimi korumaya başardığım günde yapmam gereken şey birkaç iyi film görmekti.

Geçenlerde dostlarımdan birinin babasının "Ya bana internetten eski kovboy filmlerinin müziklerini bulabilir misin?" isteği üzerine edinmiştim Sergio Leone'nin bu efsanevi üçlmesini. E huyum kurusun, zamanında TRT ekranlarında izlediğimiz bu seriye bi' kere daha göz atmak istedim. En nihayetinde olabildiğince serbest olduğum bi' gündü. Bu fırsat kaçmazdı ve kaçmadı da... Bi' sözlükte okuduğum "Ya klişe western işte... Atlar koşuyor, adamlar susuyor ve silahlar konuşuyor..." tadındaki entry şeyine tepkimi, "Senin o "klişe" dediğin film ve birkaç benzeri sayesinde bu tip sahneler ve müzikler klişeleşti." şeklinde sunmuştum ve daha önceki yazılarımdan birinde belirttiğim gibi dünyanın eline en çok silah yakışan aktörü Clint Eastwood ve gelmiş geçmiş en büyük Western adamlarından olan Sergio Leone beni utandırmadılar.

Şimdi bi' diğer muhaliflerin sunduğu, "Kovboyluk müessesini Amerikanların sahiplenmesini öyle bön bön izleyemem!" tezine de bi' cevabım var elbet. Onlara diyeceğm tek şey şu; Sadece Clint Eastwood'un ve Sergio Leone'nin bundan yaklaşık 50 sene önceki ustalıklarından keyif almaya bakın.

Sevgiler!













23 Ekim 2009 Cuma

The Imaginarium of Doctor Parnassus (2009) #2

Bugün de paso fragman izledim. Bakın bu da geliyor...

The Book of Eli (2010)

Washington, Kunis, Oldman ve bi' post-apokaliptik senaryo... İlgimi çekmez mi hiç?

Biraz da gülelim; Robert De Niro ve Al Pacino dondurma almaya giderse...

The Boondock Saints II: All Saints Day (2009) & The Boondock Saints (1999)

* (2009/1999) *

Kimilerine göre gelmiş-geçmiş en müthiş film olan The Boondock Saints filminin birçokları tarafından beklenen 2. filmi The Boondock Saints II: All Saints Day yavaştan vizyona doğru yaklaşıyor. Bence de iyi bi' filmdi. 2.'sini de, tam 10 sene sonra çekilmiş olmasına rağmen, yönetmen ve senarist de dahil olmak üzere(ki tek kişi bu "Troy Duffy") hemen hemen aynı kadroyla izlemek güzel olacaktır. Heyecan ile bekliyoruz.

21 Ekim 2009 Çarşamba

The Taking of Pelham 1 2 3 (2009)

Şimdi şapkamızı önümüze koyup, "İyi bir aksiyon filmini diğer sıradan olanlardan ayıran şeyler nelerdir?" sorusunun cevabını düşünelim... Aklımıza gelecek şeyler hemen hemen aynıdır. İyi ve farklı bi' senaryo, iyi bi' yönetmen, iyi oyunculuk performansı... Hemen bakıyoruz, yönetmenlik koltuğunda İngiliz Tony Scott var. 1993'de Tarantino'dan satın aldığı True Romance filmini çekere yaptığı süksesini bugünlere kadar sallamayı çok iyi bildi. Hep iyi projeler ve kaliteli sinema adamlarıyla çalıştı. Misal bu film de, John Godey adlı bi' adamın romanına dayanıyor. Tıpkı 1974 yılında çekilen ilk versiyonu The Taking of Pelham One Two Three filminde olduğu gibi... Sonra oyuncu kadrosuna göz gezdiriyoruz. Başrolleri Danzel Washington ve John Travolta paylaşıyorlar. Sanırım ikisini de anlatmaya gerek yok. Özellikle Danzel başlı başına bi' efsaneyken, bi' de O'nun yanında 1994 yılında Pulp Fiction ile geri dönen John Travolta oturtulmuş. Tam daha ne olsun ki? Diye kendi kendime sorarken, bunların yanına süper bi' yardımcı erkek oyuncu kadrosu yerleştirilmiş. Luis Guzmán'dan tutun, Victor Gojcaj'a ve John Turturro'ya varan bi' kadro var ki hepsi zaman zaman gözüme çarpmış, yetenekli oyuncular.

Yani söylemek istediğim, bu film size iyi bi' aksiyon filminde olması gereken kaliteyi sunuyor. Aslında bu tarz artık klasikleşmiş, klişeleşmiş senaryoların işlendiği filmlerden pek hoşlanmam ama bu film hem Jay Z'den 99 Problems ile açılıyor, hem de yıllar önce yazılmış bi' kitaptan esinlenilerek insanlığa sunuluyor.

İşte işin bu yanı çok güzel.

Son olarak da filmin konusunu dip not olarak düşmek lazım. Bi' metroyu rehin alan suçlular ile, sıradan bi' metro memuru arasındaki gereksiz çarpışma... İzleyin işte ya...