31 Ekim 2011 Pazartesi

Sharktopus (2010)

Tesadüfen şöyle bir fragman gördüm. Siz de inceleyin. Özledik böyle filmleri. Yalnız işin kötüsü, film sinemada değil de televizyonda gösterilecekmiş. Torrent'e talim yine. :)
 

9 Ekim 2011 Pazar

Red State (2011)


Bu sabah bilgisayarımı yeni açtım. Olmazsa olmazımız facebook'ta fink atarken, sağ tarafta sponsor reklam tarzı bir ilanda rastladım bu filme. "Quentin Tarantino'nun bu seneki en sevdiği film..." diye tanıtmışlardı. Açıkcası kafa karıştırıcı bir slogandı bu. Fakat vizyonda olduğunu anlamamıştım. "Çıkınca giderim..." diye düşündüm. Bugün de kız arkadaşımla alışveriş merkezinin birinde gezerken birden bu filmin afişini gördüm. Üzerinde şöyle bir alıntı vardı.
"Bu lanet olasısı filmi çok sevdim!" - Quentin Tarantino
Biraz güldük ama sonra girdik filme. Güzel filmdi. "Bir Martyrs değil!" diye özetlenebilirdi belki ama bambaşka konusuyla "FARKLI İŞ" özleyenler için doyulmaz bir nimetti adeta. Biraz homofobikleri aşağılama görevi taşıyordu ki bu Zack and Miri Make a Porno filmini yapan Kevin Smith için pek şaşırtıcı bir şey değildi fakat yine Zack and Miri Make a Porno, Cop Out ve buna benzer komedi filmleriyle bilinen bir adam olan Kevin Smith'in bu kadar rahatsız edici bir film yapabilecek olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kalmak da çok ama çok garipti. Garip olduğu kadar da güzeldi yani. Bir de John Goodman vardı ki o da şahsi fikrim olarak söylüyorum, gelmiş geçmiş en büyük oyunculardan birisiydi.

Filmi sinemada izlediğim için görsel paylaşamıyorum. Sadece filmdeki en enteresan karakterlerden birisi olan Abin Cooper, Kill Bill 2'deki yaşlı pezevenk Esteban Vihaio ile aynı kişi tarafından canlandırılıyormuş. O kişi Michael Parks... Bu da ilginç bir ayrıntı benim için. Film içi performansı da muazzamdı. Yeri geldi kanımızı dondurdu, yeri geldi gülmekten gözlerimizi yaşarttı. Tipik bir Adnan Oktar'dı yani. :D. 

Film birden fazla tanıtım posteri üretmesi olsun, oyuncu tercihleri olsun hep Quentin Tarantino'yu hatırlatan bir yapım olduğu için de kadim dostum Hüseyin tarafından da mutlaka izlenmeli... :)

Bye...

Michael Parks, Estaban Vihaio rolüyle, Kill Bill 2'de...
Hatırlatma amaçlıdır...

Bir de poster çeşitliliği yapmışlar, onları da vereyim;



Ayrıca bu filmi bir kere daha, bu kez evde olmak üzere, izleyip, daha kapsamlı bir yorum yazma ihtiyacı da hissettiğimi bilmenizi isterim. Ha, yapar mıyım? Bu sorunun cevabı yok işte. :).

8 Ekim 2011 Cumartesi

Before the Devil Knows You're Dead (2007)

Bir ağabey, kardeşini anne ve babalarının mücevher dükkanını soymak için ikna eder. Soygun esnasında ufak bir terslik olur ve olaylar gelişir.
Uzun süredir gerçekleşmemiş bir orgazmın tadını seyirciye hatırlatarak başlayan ve bir babanın kendi öz evladını, saniye düşünmeksizin acımasızca öldürerek son bulan, normlardan ve kurallardan uzak muhteşem bir Sidney Lumet filmi. O Sidney Lumet, hatırlatmak istiyorum ki 12 Angry Men'in, Dog Day Afternoon'un ve Network'ün de yönetmeni. Philip Seymour Hoffman'ı hiç böyle izlememiştim. Normalde hep şapşal adamı oynardı. Bu filmde ise gerçekten bambaşkaydı. Ethan Hawke de fena değildi.

Fakat Sidney Lumet bambaşkaydı. Her filminde olduğu gibi, bu filminde de oyunculardan daha fazla ön plana çıkmayı başarmıştı. Özellikle sahne geçişleri ve kullandığı müzikler ile oyuncuların canlandırdıkları karakterlerin ruh hallerinin aktarımı çok başarılıydı.

Tavsiye ediyorum.

En kısa zamanda da filmden çektiğim kareleri koyacağım buraya.

Şimdilik CIAO!

26 Ekim 2011, Düzenleme; Biraz uzun sürdü ama nihayet fotoğrafları ekleyebildim.







5 Ekim 2011 Çarşamba

SIR



Bu blogda sinemadan başka bir şey konuşmuyoruz. Eyvallah! Fotoğraflar da korkutmasın zaten. Sinema dünyasından bir talebim var. Artık Hollywood mu aracı olur yoksa başka bir organizasyon mu bilemem ama Guy Ritchie bu adamın filmini çeksin. En kral Sherlock hikayesine 10 basmazsa şerefsizim... Gerçi biraz uzun bir film olur ama olsun. GEREKİRSE DİZİ YAPIN BE!

3 Ekim 2011 Pazartesi

Idris Elba


Yaklaşık bir hafta önce bir söylenti duydum. Fakat çok fazla netleşmediği için yazmak istemedim. Sanki çok ciddi bir haber sitesi de... Söylenti şu. Bir sonraki James Bond filminin başrol oyuncusu bu adam olacakmış. Yani The Wire adlı suç dizisindeki Stringer Bell adlı karakter oldu ve ardından Luther'deki Dedektif John Luther oldu. Şimdi de bu iki başarılı yapımın ardından efsanevi seri James Bond'da görülecekmiş. Enteresan bir bilgi yani. Çünkü bu olursa, ilk siyah James Bond olacak. Hiçbir filmini izlemediğim seriden, Idris Elba sayesinde bir filmi izleyeceğiz sanırım.

Bu arada madem vaktimiz var. Madem bu postu yazıyorum, o zaman IMDb'den birkaç ilginç bilgi aşırıp yazalım buraya. İngilizce bilmeyenlere inceden kıyağımız olsun.
  • Kendisi "Big Driis the Londoner" adı altında DJ'lik de yaparmış.
  • Sierra Leone'den bir baba ile Gana'dan bir annenin tek çocuğuymuş.
  • Bir Arsenal taraftarıymış.
  • New York'ta yaşıyormuş. Gerçi şu an Luther'in 3. sezonu çekiliyor olmalı. Dizi de İngiltere'de çekiliyor.
Hadi iyi günler...

1 Ekim 2011 Cumartesi

Mel Gibson #2


Sabah sabah aklıma Mel Gibson geldi. Braveheart'daki "FREEEDOOOOMMM!!" şeklindeki bağırışıyla olsun, Mad Max serisindeki karizmasıyla olsun, yönetmen koltuğundaki başarısıyla olsun gönlümüzü fetheden bu sinema insanı için "Nedir ya, nerede bu adam?" diye sordum kendime ve inceden bir araştırma yaptım. Adam uzun süredir sevenlerini tatmin edecek kadar ortalarda gözükmüyordu. Quentin Tarantino bile hemen hemen 2 yılda bir film çekerken, bu adam hiç piyasada yoktu. Bu kariyer düşüşünün sebebini anlamaya çalıştım. Birkaç Google sorgulaması ve kariyeri kronolojik olarak yorumlamanın ardından işi aslı ortaya çıktı. 

İnceledim. Üşenmedim inceledim yani. 2004 yılına kadar Oskar'dan Altın Küreye, MTV Film Ödülleri'nden tut, daha bir çok ödüle layık görülmüş(!) bu adam, nedense 2004 yılında yayınladığı The Passion of the Christ filminden sonra ne bir filmde rol alabilmiş, ne de adam akıllı bir film yönetebildi. Adeta tüm yapımcılar kendisinden kaçmışlar gibi. Bu tarihten sonra yönettiği Apocalypto adlı harika filmin ile başrolünü oynadığı Edge of Darkness filminin yapımcısı da kendisiydi.

Düşünün ki 2004 yılına kadar ortalama yılda 40 Milyon $ kazanan bir oyuncu, o tarihten itibaren hiçbir şey kazanamayan bir oyuncuya dönüşüyor. İlginç tabi. Peki neydi bu Passion of the Christ filminin söylediği şey?

Passion of the Christ filminin ana mesajı, tüm bu savaşların başlama sebebinin Yahudiler olduğunu anlatmasıydı aslında.

Bu da her şeyi açıklıyor gibi... Bir de Google araştırmam sırasında edindiğim iki link var. Onları da paylaşayım, hemen kapatıyorum.

"Mel Gibson'a Yahudi Ambargosu" başlıklı haber; http://goo.gl/4RLtO
"Mel Gibson Müslüman Oldu" başlıklı haber; http://goo.gl/6TQzy

İyi okumalar. Öpüldünüz.