30 Nisan 2010 Cuma

The Untouchables: Capone Rising (2012)

Bir şeyler duyduk ama hayırlısı. 1987 yılında çekilmiş Robert De Niro, Kevin Costner ve Sean Connery'i buluşturmuş olan filmin devamı niteliği mi taşır? Yoksa bambaşka bir film olup da Al Capone'nın yükselişini mi anlatır? Şu an için bu sorunun cevabını kestirebilmek güç. Güzel bir şey var ki; O da yeni bir mafya filmi daha geliyor. Hem de Brian de Palma'nın elinden...

Ek; Öyle sağda solda okuduklarıma göre Al Capone'u canlandıracak kişi, Francis Ford Cappola'nın yeğeni Nicolas Cage olacakmış. Sanırım biraz kilo alması gerekecek;

Jackie Earle Haley

Bu adamın geleceğini çok merak ediyorum. Ha çıktı, ha çıkacak, A Nightmare on Elm Street filmindeki, 80li yıllarda çocuk olmuş bizlerin korkulu rüyası, Freddy Krueger'i canlandıracak olması ne kadar zor, ne kadar sıkıntılı bir iştir, tahmin edebiliriz. Bu rolü nasıl bir psikoloji ve nasıl bir özgüven ile kabul etti, anlamak çok zor. (Bu Freddy Krueger'i Counter-Strike yıllarımda nick olarak kullanıyordum. Şimdi hatırladım. Fakat yanlış yazıyordum galiba...). Yıllardır, 1984'den 2003'e kadar, toplam 6 filmde de Robert Englund tarafından canlandırılan karakteri bu adama yakıştırabiliyor musunuz? Bence çok ciddi bir soru bu... Bana sorsanız, muhtemelen "Şu sıfata o karakter oturur." diye cevap veririm ama Freddy'nin en önemli özelliklerinden olan vücut dili olayını çözebilir mi, onu bilmiyorum işte. Martin Scorsese'nin son filmi Shutter Island'da da boy göstermiş; O filmi de iyice merak etmeye başladım. İyi mi?..

After Hours (1985)

Şu Martin Scorsese'den bugüne kadar hiçbir şekilde haz alamadım. Ne bileyim, belki yıldızlarımız barışmıyordur. Kariyeri boyunca çektiği 40 küsür filmin bir kısmını izledim. Bir kısmını ise izlemek için şevk bulamadım. Taxi Driver gibi bir başyapıt, belki de gelmiş geçmiş en iyi filmin yönetmeni olan bu adamın diğer işleri hep vasat geldi bana. Bilmiyorum, dedim ya hani; belki yıldızlarımız barışmıyordur. Belki de tarzı bana uzak. Yine de en kısa zamanda Shutter Island filmiyle bir kere daha test edeceğim kendisini...

Çünkü yine baktım; bu filmde bir kere daha denedim yani. Doğrusunu istersen, yine olmadı. Aslında hikaye fena değildi. IMDb'ye göre Joseph Minion'un kalemiydi ki kendisi pek tanımam da. 1957 doğumlu bir adam. Fazla da bilgiye gerek yok. Dediğim gibi, film aslında iyi bir hikayeye sahipti ama işte o bilindik Scorsese genişliği, vurdumduymazlığı ve boşu boşuna dakikalar çalan anlatım tekniği yüzünden, tabir-i caizse; bok olmuştu.

Martin Scorsese severler istedikleri kadar kızabilirler. Fakat bilsinler ki benim yapabilecek hiçbir şeyim yok. Sonuç olarak; Yönetmene rağmen... İyi senaryo ve iyi oyunculuk sayesinde gözlerimin kapanmasına engel oldum. Bir de filmdeki güzel kadınlar, iyi müzikler sayesinde. Başroldeki elemanın performansı da çok iyiydi bu arada. Ancak mimikleri ve tarzı Al Pacino üstadı çağrıştırdı. Bence bu O'nun için bir handikaptı zira bu tip durumlar izleyiciye(en azından bana) "Keşke Al Pacino oynasaymış..." dedirtiyor ve söz konusu oyuncuyu, bizim dev ile karşılaştırmaya itiyor. Sen kendine ne kadar bu durumdan sakınsan da ister istemez meselenin içine düşüyorsun. Bu iş böyle.

Yoksa o sonu görünce, bu filmi yazma zahmetine dahi girmezdim ya hani; Scorsese eleştirilecek yanına dua etsin.






29 Nisan 2010 Perşembe

A Life Less Ordinary (1997)

En sevdiklerimizden Slumdogg Millionaire, Trainspotting, 28 Days Later, 28 Weeks Later gibi filmlerin yönetmeni Danny Boyle'nin 13 sene önce yönettiği enfes bir film. Esas oğlan Anakin Skywalker'ı canlandıran Ewan McGregor. Yanında Cameron Diaz. Kameranın arkasında da Danny boyle olunca tadından yenmez bir şey olmuş çıkmış. Çok komik, çok zekice kurgulanmış bir hikaye. Fantastik öğeler de içermesiyle beraber dile bıraktığı garip tatta acayip orgazmik bir güzellik var. Tavsiye ederim. Bu arada Star Wars serisindeki vasat performansıyla soru işareti bırakan McGregor, bu filmde yardırmış. Cameron Diaz da öyle.
Bir de Cebrail Şef'in dünyaya gönderdiği iki meleği oynayan x ve y'nin performansları da süperdi. :)

King of California (2007)

Tamamen bihaber başladım filme. "Dougles ağabeyimi check ederim." diye giriştim yani. Fazlası yok. Ama mest oldum da. Ne güzel filmmişsin arkadaş.

1600 yıllardan bir gömünün peşinde koşan, kafadan sakat bir adam ile kızının ilginç derecede komik maceraları... Douglas reis zaten her zaman en tepedekilerdendir, bunu reddetmek güven, özveri ve tecrübe ister. Bu da net.

Ayrıca kızın çocukluk döneminde babasıyla hazırladığı proje ödevi harikaymış, tam komiklik bu işte.

Ya işte kısacası izleyin bu filmi. Freş.





19 Nisan 2010 Pazartesi

Death Sentence (2007)

Başrolde Kevin Bacon.

Malezyalı yönetmen James Wan'ın çektiği, Brian Garfield'in bilmem kaç yılında yazdığı bir romandan esinlenerek çekilmiş film.

Yine intikam temalı... Ailesine karşı işlenmiş suçun karşılığının bulunamadığına inanan düzgün bir adamın, kendi seçtiği yöntemlerle adaleti yerine getirme çabası.

Aslında bu filmi izleme kararı almamın sebebi, geçenlerde izlediğim Law Abiding Citizen filminden aldığım hazdı. Aynı keyifte bir beklentiye girmedim ama bu sefer meselenin farklı bir boyutta incelenmesi hoşuma gitmedi değil. Law Abiding Citizen'den 2 farklı yanı dikkatimi çekti.
  1. Law Abiding Citizen adalet sistemine kafayı takmıştı. Bu filmde intikam bireylerden alınıyor.
  2. Law Abiding Citizen olayı hukuksal boyutuyla, dev planlar yaparak işlemişti. Bunda bireylerin psikolojik travmaları incelenmiş. İnsanların ruhsal anlamda çöküşlerine fokuslanılmış. "Banyoda ağlayan kadın." tarzı sahneler kullanılmış.
Sonu iyiydi, fena değildi. Özellikle Billy Darly adlı karakterin esas oğlana söylediği;
Billy Darly: Look at you. You look like one of us. Look what I made you.
cümlesi çok hoşuma gitti.

İzleniri var.






A Serious Man (2009)

Coen kardeşlerin son bombası... 2 dalda heykele aday oldu fakat sanıyorum ki bazı değdirmelerinden dolayı başarı gösteremediler. Olsun, kim takar heykelciği?

"Hayatımda izlediğim en iyi filmlerden biriydi.". Ne kadar meşaketli bir cümle değil mi? Şöyle diyelim, "2009'da izlediğim en iyi filmlerden biri.". Heh, bu daha iyi oldu. Şöyle desem? "Inglorious Basterdz filminden bile iyi...". Kızdınız değil mi? :)

Yazarı, yönetmeni, yapımcısı Coen kardeşler olduğundan fazla söze gerek yok aslında ama yine de bir kaç noktaya değinmek gerek.

Filmde denk gelince dank etti. Sanıyorum "Somebody to love" şarkısı böyle bir film yapılsın diye yazılmış yıllar önce. Çünkü bu kadar cuk oturamaz. Otursa bile, bu kadar uyum sağlayamaz. Bilemiyorum. Eski şarkıları tekrardan hatırlatıp, eskisinden daha fazla sevdirebilmek de ancak böyle iyi filmlerle olur sanırım. Başka yol aklıma gelmiyor. "Anısı var..." bile hafif kalır bence. Coen kardeşler olunca, kara mizah ve zeka kokan senaryo pek ekstra bir şey gibi durmuyor ama diğer türlü baktığınızda bu tip ayrıntılar olayı tamamen kopartıveriyor işte.

"Zeka kokuyor." denir ya, ben de dedim az önce. Tam bu film böyle işte. Bakıyorsun, eskilerden bir sahne, böyle ilkel şartlarda yaşamdan kesitler, batıla saygı göstergeleri. Simgesel anlatım coşuyor öyle. Sonra ne oluyor? O ilkellik birden bire kendisini çağımızın, uygar toplumumuzun(!) en baba simgelerinden birine dönüyor, taşınabilir müzik çalara. Onun kulaklığından çıkageliyor film adeta... Playlist olayında da en üstte "Somebody to love" çalıyor. Hasta fikir.

Hayır yani... Bir daha düşünüyorum da böyle bir şey gerçekten yok. Şu Hollywood'da böyle bir film yapmak da yürek işi yani. Yok olup gitme mevzusu var. Belki maddi anlamda Coen kardeşler için bir külfet yaratmaz bu durum ama sonuçta emek diye de bir şey var. Yanlış anlaşılma var, var da var! Şimdi bir Yahudi ortamını bu kadar naif bir şekilde gösterirken, aynı anda itin makatına sokabilmek bir kabiliyet meselesi, bunu kabullenebilmek gerek bence. Gerçi bu zeka pırıltılarının aydınlattığı kompozisyonun uyandırdığı tepki de bazı şeylere ket vurabilir. Tıpkı geçen gün 14 yaşındaki ağabeyinin laptopunu kıran 4 yaşındaki dünya şekeri kardeşi için "Fatih abi, çok kızdım O'na. Tam dövecektim ama suratına baktığımda yapamadım." derken aklına gelen hislerin aynısı işte. ÖF!

Sakın kaçırmayın bu filmi. O efsanevi oyunculuğu kesinlikle kaçırmayın. Başrolde Michael Stuhlbarg var. Müthiş bir adam. İzleyin işte, uzun etmeyin.








11 Nisan 2010 Pazar

The Negotiator (1998)

Geçenlerde Law Abiding Citizen filmini izlemiştim. Oradaki yönetmen F. Gary Gray'den yola çıkaraktan bu filme denk geldim, dikkatimi çekti. Hemen edindim. Sonuçta işin ucunda Kevin Spacey ve Samuel L. Jackson gibi iki isim vardı.

Hikayesi de enteresan gelmişti. Bir rehine kurtarma uzmanı kumpasa getirilir ve adalet karşısında suçlu gösterilir. O da bunun üzerine en iyi yaptığı şeyi tersine kullanır ve birkaç kişiyle birlikte kendisini suçlayanların en başındaki adamı rehin alır ve olaylar gelişir.

Çok fazla klişe barındırıyor. Hoş, 10 sene önce çekilmiş bir film, bakmayın siz ..98'in yeni durduğuna...

Filmin sonu da çok iyi. Aslında yönetmen birazcık daha akıllı olsa ve sonu birazcık daha ağırdan satsa, çok daha etkili olabilirmiş.

İzleyin yani, Spacey döktürmüş... Yine "Yardımcı Erkek" tadında... :).





8 Nisan 2010 Perşembe

Ninja Assassin (2009)

Poster de berbatmış hani...

James McTeigue yönetmiş. Hani şu Nicole Kidman'ın başrol oynadığı The Invasion ile efsanevi V for Vendetta filmlerini yöneten adam. Şekli var yani...

Ninja filmi. Her ne kadar açılışı bir rap şarkıyla yapmış da olsa fena değil. Sonuçta intikam temalı filmler, benim gibilerine her zaman keyif verir. Bu da öyle oldu. Ayrıca sahneler de hiç fena değildi. Bir de garip yanı, hikaye Almanya'da geçmesine rağmen, tek kelime Almanca duyamadık. :). Aksine Rusca, Japonca, İngilizce ve envayi çeşit dili duyduk fakat Almanca duyamadık.

Garip bir film ya işte, izlemeseniz de olur.





6 Nisan 2010 Salı

Mylène Jampanoï

Martyrs filminin Lucie'sine bakın hele... Bu ne güzellikmiş arkadaş? Filmde hiç de çaktırmamıştın hani, alacağın olsun... Şu vidyodaki triplere bir bakın. Bir insan evladına, bu kadar alım-çalım ve asalet fazla değil mi a dostlar?

5 Nisan 2010 Pazartesi

Law Abiding Citizen (2009)

Evine giren iki hırsız tarafından karısı ve kızı hunharca katledilmiş bir adamın, katillere hakettikleri cezayı vermeyen adalet sistemine karşı açtığı müthiş bir savaş!

Senaryosu Equilibrium, Street Kings, The Recruit, Ultraviolet gibi filmlerin senaristi Kurt Wimmer tarafından yazılmış. Yönetmenliği ise The Negotiator, The Italian Job, Friday filmlerinin yönetmeni F. Gary Gary üstlenmiş. Enfes derecede iyi bir protest film. Başrolünde Gerard Butler ve Jamie Foxx var. İkisini de severek izlerim ama Jamie Foxx'un oyunculuk yeteneklerine oldum olası hastayımdır. Butler ise normalde vasat bir adamdır ama bu filmde iyi iş çıkartmış. Canlandırdığı "Clyde Shelton" adlı karakterin de buna etkisi olabilir tabi. Bana Saw serisindeki Jigsaw'ı hatırlattı, çok iyiydi gerçekten. Jamie Foxx da iyiydi. İlginçtir, kötü adam olmasına rağmen sonunda o kazandı fakat açıkcası Butler'in canlandırdığı süper zekalı karakter kolay kolay unutulacak bir adam değil. Ayrıca bu filmi izleme sebeplerimden birisi olan Leslie Bibb'in karakterinin filmde sadece bir figüran olarak yer alması benim açımdan önemliydi. Tamam, çok önemli bir bilgi birikiminin sevgili dedektifimize geçmesini sağladı fakat bence ölümü çok erken geldi. :/. Kendisini daha başka iyi filmlerde görmek için can atıyorum.

Bir de açık konuşmak gerekirse, bayan hakiminin öldürüldüğü sahnede neredeyse altıma kaçırabilirdim. :).

Bir de nedense ben bu filmi çok geç izlediğimi düşünüyordum ama 2009 yapımıymış. Neyse, siz gecikmeyin artık...