30 Mart 2009 Pazartesi

Yes Man (2008) #2

2009'un Mart ayı bitti bitiyor. Bu veriden yola çıkarsan, Yes Man filmi ile ilgili ilk yazımı, yaklaşık 3 ay 10 gün önce yazmışım. Az önce, filmi izledikten sonra tekrar okudum da, ne kadar ümit bağlamışım. "Hayallerim suya düştü." desem, yeridir.

Evet, ilk yazımda da belirttiğim gibi, Jim Carrey uzun süredir komedi filmi yapmıyordu. Bu 80'li yılların sonlarına doğru hayat ile tanışmış birisi için gerçekten de çok zor ve kötü bi' şey. O enfes mimikler, sıradışı vücut dili ile her birimizin sevgisini kazanmış bi' adamdır. Baktığımızda, bu Yes Man filmi için de aynı şeyi, yani müthiş bi' oyuncu olduğunu söylememiz mümkün. Fakat film çok tırt. "İyi bi' romantik komedi." desem yeridir ki ben romantik komedileri hiç sevmem, :).












29 Mart 2009 Pazar

Stain Boy

Tim Burton'un internet aracılığı ile izleyicileriyle buluşturduğu animasyon serisi. Tim Burton'a yakışacak psikopatlıkta, zavallı, fazla konuşmayan, heran ağlamaya hazır bi' surata sahip bi' karakterin hikayesi. Şu an için 6 bölümü mevcut. Dahası var mı? Söz konusu siteye yüklenir mi? Bilmiyorum. Siz şu an için elimizdekiler ile yetinmeyi uygun görürseniz, bi' zahmet şuraya tıklayın.

Sanırım Tim Burton bi' şeyler anlatmaya çalışıyor. :)

Troy (2004)

Şu sıralar tarihi filmlere meraklıyım. Daha önce izlediklerimi dahi tekrar açıp izlemeye başladım. Troy'da bu listeye az önce girdi.

Yanlış hatırlamıyorsam, ilk çıktığı sene yani 2004'de izlemiştim. Sinemadan pek hazzetmeyen bi' dostumun, filmi izledikten sonra Brad Pitt'in canlandırdığı Achilles karakterine duyduğu hayranlığın sonucunda, ki filmi izlemesinin üzerinden daha 24 saat dahi geçmemesine rağmen, filmi benimle bi' kere daha izleme teklifini geri çevirmem imkansızdı. Zaten ben de sağda solda film ile ilgili duyduğum "Ya, hikaye bizim topraklarda geçiyor. Brad Pitt oynuyor.", "Görüyor musun? Hollywood'da senaryo kalmadı. Bizim topraklarımızdaki hikayeleri çalıp, gişe rekorları kırıyorlar!" gibisinden saçma sapan yorumları dinlemiş ve filmi izlemeye karar vermiştim. Yani kankamın teklifi benim için gayet iyiydi. :).

Filmin senaryosunun, IMDb'de Homer adlı ve zamanında Türkiye'de de yaşamış bi' şairin şiirinden esinlenilip yazıldığı söyleniyor. Aslında hemen hemen her türk çocuğu meşhur TRUVA ATI hikayesini ve bu atın namını duymuştur. Fakat pek önemsemez. Wolfgang Petersen adlı Alman yönetmen, bu hikayeyi dünyanın gözüne kadar soktu, hepsi bu.

Şu sıralardaki at binmeyi öğrenme hevesimden kaynaklansa gerek, yazının başında da belirttiğim gibi bu aralar tarihi filmleri izlemekten büyük keyif alıyorum ve bu filmler bana zaten kabul kanımın kurayacak son damlasına kadar kabul ettiğim bi' teoriyi bi' kere daha hatırlattı. Bu kadın olayı çok pis bi' şey. "Kadın" diye tabir ettiğimiz ve yüzyıllardır erkekleri sömüren bu varlık için koskoca medeniyetler maymun olmuş. Ne yiğitler heder olmuş. Ne planlar değişmiş, ne planlar suya düşmüş. Koskoca bi' uygarlığa prenslik yapma şerefine nail olmuş adamlar, gidip komşu uygarlıkların prenslerinin koyunlarından karılarını kaçırmışlar. Bunun adına da aşk demişler. Öf be, yine sıktı bu konu beni. :). Neyse bu konuyu fazla karıştırmayalım.

Yönetmenlik olarak iyi iş çıkarılmış. Savaş sahneleri gerçekten çok gerçekci olmuş. Filmin müzikleri de çok hoş. Odamın içerisinde tarihi bi' havaya sebep oldu. :) İyiydi yani. Oyunculuk ve kostüm olayı çok iyiydi. Brad Pitt, Orlando Bloom, Diane Kruger, Eric Bana adlı oyuncular müthiş performans sergilemişler. Özellikle Diane Kruger'in canlandırdığı Helen adlı ve bu tarihe işlenmiş vahşet dolu savaşların sebebi olan ve az sonra koyacağım karelerde göreceğiniz mavi gözlü kadına hayran kalacaksınız. Bi' kadın, bi' erkeğe bu kadar hükmedememeli, :(.











27 Mart 2009 Cuma

Armageddon (1998)

Bu filmi "Ya, uzun süredir Bruce Willis izlemiyorum." şeklinde dertlenmemin ardından izlemeye karar vermiştim.

Senaryosu, her ne kadar kolay yazılamayacak türden olsa da, benim içime sinmedi. "En büyük Amerika!", "Bakın, Dünyayı yine Amerikanlar kurtardı.", "Aa, Cami cemaatleri bile bu Amerikan zaferine kayıtsız kalmadılar!" tarzı mesajlardan tiksindiğimi bi' kere daha belirtmek bi' yana dursun, birkaç iyi adamın şu rezil dünyayı kurtarmak için didinmesi hikayesine pek kanım kaynamıyor. Ne bileyim, oldum olası böyleyim, :). Hikaye enteresan, güzel bi' noktadan yakalanmış. Sonrasını da bi' şekilde getirmişler işte. Armageddon kavramı Tevrat, İncil ve Kuran-ı Kerim'de de bulunan ve kıyamete yakın gerçekleşcek olması varsayılan büyük dinler arası savaşı simgeliyor. İncil'de ayrıntısı bilmemekle birlikte, Tevrat'ta Yahudilerin kazanacakları ve nihayet dünyanın hakimi olacakları, Kuran-ı Kerim'de ise Hıristiyanların Müslümanlar ile birleşip Yahudiler'e savaş açacakları, bu savaşın ardından da Müslümanlar'ın dünyanın hakimi olacakları yazılı(ymış.), (Gerçi kıyamet arefesinde ne hakimiyetiyse bu...). Filmde bu inanışlardan yola çıkmış. Sonrasında da ufak bi' yörünge hatasına kurban gitmiş. İşte kıyamet kopmak üzereyken, 14 tane ademoğlu olaya el koyuyor, durumu toparlıyorlar falan...

Yönetmene gelince, Michael Bay adında bi' adam. Transformers serisinin de yönetmeni. Aynı zamanda geçmişten hatırlayacağımız Bad Boys serisi, Pearl Harbor gibi yapımlarda da aynı görevde bulunmuştu. Ayrıca bu Armageddon filminde bulunan, olur olmaz cinsel sahneleri de sanırım söz konusu yönetmenin işi olan şu yapıma bağlayabiliri(z)m.

Filmi çok beğenmedim. Hani çok zorda kalmazsam, yıllar sonra dahi, bi' kere daha izleyebileceğimi ve buna hevesleneceğimi hiç sanmıyorum. Ancak filmin en güzel noktası oyunculuğu. Casting olayında iyi iş çıkarmışlar. Baktığınızda sinema tarihinin iyi oyuncularından diye nitelendirebileceğim Ben Affleck, Liv Tyler, Steve Buscemi (Efsanevi Reservoir Dogs'un, Efsanevi Mr. Pink'i), Owen Wilson, Michael Clarke Duncan gibi isimlerin yanına, sinema tarihinin gerçek oyuncularından Bruce Willis'i de eklemiş ve enfes bi' kadro oturtmuşlar. Yani çok net olarak söyleyebilirim ki, bu senaryo bu kadrodan daha vasat bi' kadro ile işlenseydi, bu vasat tadı bile yakalayamazdı.

"İzleyin" demiyorum. Diyemem. Fakat "İzlemeyin" de diyemem. Ben nötrüm, kararsızım.




25 Mart 2009 Çarşamba

V for Vendetta (2005)

Bu filmi Léon (1994) filmini izledikten sonra, Natalia Portman'ın aklıma gelmesiyle izlemeye karar vermiştim. İşte bilindik şeyler. Léon adlı filmi izledim. Natalia'nın performansından çok etkilendim ve O'nu bir başka filmde daha görmeyi arzu ettim. İyi etmişim. Böyle güzel filmleri geç keşfetmek iyi oluyor. Filmsizlik, tercihsizlik çektiğiniz noktalarda ilaç gibi geliyor.

Senaryosunu Matrix serisinin yazarları Wachowski kardeşler yazmış. Yani buraya gelmesi gereken deyim "Aman Allah'ım!" olsa gerek. Böyle bi' senaryo yazmak için gereken zeka ve hayalgücünün ne raddede olması gerektiğini bile kestiremiyorum. Yönetmen ise Nicole Kidman'ın başrolünü oynadığı The Invasion adlı filmden hatırladığımız ve bu sene Ninja Assasin adlı filmi gösterime girmek üzere olan James McTeigue. Açık söyleyeyim, sırf bu iki filmi, 3.'sünü izlemem için mükemmel birer referans oldular bile. Bundan sonra bu adamın peşini kolay kolay bırakmam.

Sanırım oyunculuğa ayrı bi' parentez açmak lazım. Natalia Portman dışında adını sanını duymadığım bu insanların, böyle zor ve insani yaşam standartlarının dışarısında, tamamen ütopik bi' hikayenin parçaları olabilmeleri beni çok etkiledi. Bu özellik, filmin başarısının da çok önemli birkaç sebebinden biri olsa gerek ki bu film sadece 1 başrol ve 1 yardımcı oyuncunun üzerinde dönen bi' film değil. Yaklaşık 5-6 karakterin, yaşadıkları duygusal travmaların hepsini seyirciye sunan ve seyircinin de buna konsantre olup, biraz da olsa kafa yormasını isteyen bi' iş. Enfes bi' şey.

Konusuna girmeyeceğim. İçerisinden 3-4 tane daha hikaye çıkarabileceğiniz, süper bi' hikaye diyebilirim. Toplum, din, ahlak, birey, suç, halkçılık, devletçilik ve bunlar gibi birçok kavrama ustaca göndermeler yapmasının beni olumlu yönde çok fazla etkilediğinden bahsedebilirim. Diyalogları mükemmel diyebilirim(*<---Buraya tıklarsanız, diyaloglara ulaşırsınız)."Anlatmak ile olmayacağı açık." diyebilirim. Siz izleyin, izlemeden önce de, filmin Altyazı dosyası aracılığı ile elime geçmiş bi' notu buradan aktarayım.
Merhabalar,

Çevirideki bazı yerlerin daha iyi anlaşılması için bu yola başvurdum.
Filmin içinde birçok gönderme bulunmaktadır. Genel olarak Nazi Almanya'sına göndermeler vardır.Filmimiz 2035 yılında geçmektedir. Film, 1605 yılında Guy Fawkes'in başarısızlıkla sonuçlanan girişimini temel almıştır. 5 Kasım 1605'ta Guy Fawkes ve arkadaşları Parlamento'yu havaya uçurmaya çalışmış, ancak yakalanmıştır. Yakalanan "hainler"
idam edilmiştir. Bu günden sonra 5 Kasım İngilizler için bayram haline gelmiştir. İngiltere'de her 5 Kasım'da insanlar samandan yapılmış Guy Fawkes'ları yakıp, havaî fişek atarak bu tarihi olayı hatırlarlar. Ayrıca günümüzde İngiltere Parlamentosu'nun her açılışından önce tüm mahzenler aranır.

* Norsefire: Aşırı bağnaz Katolik politikalarıyla bilinen iktidar partisi.

* Anarchy in the UK: Ünlü İngiliz punk grubunun bir şarkısı, sözleri ile İngiliz yapısını ve dini öğeleri eleştirmiştir.

* Vendetta: Kan davası demektir, çevirmediğim kısımda "kan davası" yazmak hoş durmuyordu.

* Fingermen: Türkçe'ye Kolcular olara çevirdim. Daha iyi bir kelime bulamadım, genel olarak Nazi dönemindeki Gestapo birimlerine benziyorlar. Norsefire Hükümeti'nin destek birimi diyebiliriz, polisten üstündürler.

* Eggie in the basket: İngiliz kahvaltı yemeği, kızarmış tost ekmeğin ortası delinir ve yumurta bu deliğe konur. Delikli yumurtalı ekmek diyebiliriz. :) V for Vendetta'daki manası biraz daha farklıdır, Norsefire Hükümeti'nin yasaklarından sonra tahrik edici bir yemek halini almıştır. Daha ayrıntılı bilgi için: http://en.wikipedia.org/wiki/Egg_in_the_basket

* Kara Çuval: Bu da altyazıdaki "black bags"in yerine kullanılmıştır. Creedy'nin adamları insanların kafalarına kara çuval geçirerek evlerinden alır.

Çeviride yardımı dokunan daedalus, Guerilla Jam, ebrehe, fjallraven ve Shoother dostlarıma teşekkür ederim.

raskolnikov
raskolnikov@divxplanet.com
Haziran 2006

Şimdi de enfes kareler;











24 Mart 2009 Salı

Siyah Sinema

Sevinçliyim. Sevgili dostum HeSanal adamı, beni bu dar günlerimde bi' nebze olsun gülümsetti. Enfes bi' hediye sundu bana. Artık Siyah Sinema'ya http://www.siyahsinema.com adresinden de ulaşabileceksiniz.

Sevgiler...

Braveheart (1995)

Hani bazı adamlar olur ya, "Matrix?" dersin, hemen "2007'nin Ağustosunda izlemiştim." falan derler. İşte ben o tarihi kafasında tutan adamlardan değilim. Zaten lisede de böyleydim. Tarih dersini çok ama çok sevmeme rağmen, bi' türlü başarılı olamazdım. Zira kronolojide sıkıntı çekerdim. Neyse, konuyu getirmek istediğim nokta. Bu filmi ilk olarak izlediğim zaman. Hayalen hatırlıyorum, çok etkilenmiştim filmden. Hatta kendimi birkaç gün William Wallace olarak falan görmüştüm. Demekki nereden baksan 10 sene oldu. 10 sene sonra duydum ki, film 5 tane de oskar almış. :)

Çok enteresan bi' film Braveheart. Mel Gibson'un başrolünü sırtladığı ve yönettiği, Randall Wallace'nin senaryosunu yazdığı bu yapımın garip yanı Amerikan vatandaşı bi' senaristin elinden çıkmasına rağmen, İngiliz tarihinin -tabi doğruysa- kirli çamaşırlarını ve sıradan bi' isyancıya karşı koyamaması gibi beceriksiz geçmişini anlatması...

Filmin müzikleri harika, senaryo müthiş -ki gerçek bi' yaşam öyküsü olduğuna dair söylentiler bile var, :)-, oyunculuk ise muazzam. Özellikle Mel Gibson ve genel anlamda filmin ilk çeyreğinde izlediğimiz Catherine McCormack adlı bayan oyuncunun canlandırdığı, William Wallace'nin sevgilisini oynayan kişiye hasta olmamak elde değil. Zaten bu filmin aklımda kalmasının sebeplerinden birisi de, bu kadın. Özellikle İngiliz komutanının kendisini ağaca bağladığı ve boğazını kestiği sahne, ölüme gidişindeki yüz ifadesi ve mimikleri benim beynimde öyle bi' yer etmiş ki, bu filmi yıllar sonra tekrar açtırdı bana. (Aşağıdaki fotoğraflarda da bu sahnenin bi' salisesini görebilirsiniz.) Ha, ayrıca Mel Gibson'un efsanevi oyunculuğu da bi' kenera dursun, bu film, O'nun bi' yönetmenlik dehası olduğunun da kanıtı. Mesela O geyik avı esnasındaki suikast girişmini anlatan sahneyi nasıl çekmişler, aklım ermedi. :)

Tabi o zamanlar izlediğimde, "Helal olsun be, ne milliyetci adammışsın sen William Wallace!" demiştim. Bugün ise farklı bi' hissiyat içerisindeyim. Yani bugün filmi ve bu doğrultuda William Wallace'ı özetlemem gerekirse, bu "Bi' kadın uğruna açtığı savaşın neticesinde, arkadaşları tarafından yarı yolda bırakılmasaydı, muhtemelen günümüz köleleştirilmiş milletler arasında İngilizler de olacaktı." şeklinde olur.

Neyse, izlemediyseniz ve/veya çok eskiden izlediyseniz, edinin ve bi' kere daha izleyin. Ayık kafayla, ;). Enteresan enteresan ayrıntılara rastlayacaksınız. Misal, filme göre İngiltere Kraliyet Ailesi'nin soyunun İskoç isyancı William Wallace'a dayanıyor olması. :). Ne kadar ilginç değil mi? :)










Bi' de şu diyaloglara bakmanızda fayda var; IMDb.