29 Haziran 2010 Salı

Rango (2011)

2011'de izleyeceğimiz, Johnny Depp'in başrol karakterini seslendireceği Rango adlı animasyon filminin resmi olmayan posteri internete sız(dırıl)mış. Paylaşasım geldi nedense... Hawai gömlek bir kertenkele kadar da ilginç bir şey yokmuş. Arkadaki kaktüsler de inceden bir Teksas havası yaratmış ama neyse...
.

27 Haziran 2010 Pazar

Mad Max: Fury Road (2012)

Mad Max geri dönüyor!!!

Kabul ediyorum, çok yeni bir haber değil ama yine de haberdar olmayanları çok mutlu edeceğinden şüphem yok. İlk olarak 31 sene önce tanıştığımız(!) ve çok sevdiğimiz Çılgın Max'imiz, 2012 yılında serinin "Fury Road" adlı yeni bir filmiyle karşımıza çıkacak.

Ancak!!!!

Malesef, dünya çapında bilinen bu karaktere can vermiş olan sevgili Mel Gibson bu rolü kabul etmemiş. George Miller ile birlikte kendisini tekrar izlemeyi çok isterdik ama işte olmamış. O yüzden kadroyu da yeniden düzenlemek zorunda kalmışlar. Max'i de Tom Hardy oynayacakmış. O'nunla birlikte, en sonra The Road adlı, başka bir post-apokaliptik filmde izlediğim Charlize Theron oynayacakmış. O zaman, The Road filmini izledikten sonra, o basit rolü niçin kabul etmiş olduğunu anlayamamıştım ancak az önce bu filmin haberini alınca "Acaba bir antrenman için miydi?" diye düşünmeden de edemedim. Neyse, farketmez. Sonuçta Mad Max geliyor. Onlardan hariç Teresa Palmer, Nicholas Hoult, Zoë Kravitz adlı 3 arkadaşın daha adı açıklanmış. Hoş, 2012'ye kadar çok şeyler değişir, bu köprünün altından çok sular akar(kardeşşşşşş). :).

Neyse, heyecanla beklemeye koyulalım en iyisi...

Ramiz Dayı & Star Wars

Little Fockers (2010)

Dünyada en çok güldüğüm komedi oyuncusu olan Robert De Niro'nun, Meet the Parents (2000) ve Meet the Fockers (2004) filmlerinin devamı niteliğinde başrolünü Ben Stiller ile paylaşacağı film. Bu sene vizyona girecekmiş. Fragmanı da şöyle;



Bundan hariç, Robert De Niro Reis'in bizleri heyecanlandırdığı şöyle bir listesi var. Direkt IMDb'den kopyalıyorum;
Sinatra (2011) (announced) (rumored) .... Dean Martin
Selma (2011) (pre-production) (rumored) .... Governor George Wallace
The Killer Elite (2011) (filming) .... Hunter
The Dark Fields (2011) (post-production) .... Gennady
Little Fockers (2010) (post-production) .... Jack Byrnes
Stone (2010) (completed) .... Jack Maybury
Machete (2010) (completed) .... Senator McLaughlin
Bunların da 2010 olanlarının fragmanlarını da izleyebilirsiniz. Machete'nin fragmanını koymuştum siteye. Alttaki etikete tıklayarak ulaşabilirsiniz. Stone'un fragmanı da çıkmadı, O'nu da ayrı bekleyeceğiz, ne yapalım. :)

26 Haziran 2010 Cumartesi

The Outlaw Josey Wales (1976) #2

Chi bi (2008) & Chi bi xia: Jue zhan tian xia (2009)

Hayatımda izlediğim en müthiş savaş kareogrifileri ve yeterli düzeydeki(özellikle uzun sakallı ağabeyin bulunduğu) dövüş sahneleri hariç, dünyanın en gereksiz sahneleriyle müthiş derecede sıkıcı yapılmış bir film izledim bugün. Bir John Woo(Face/Off) filmi. Adı da Chi bi a.k.a. Red Cliff olarak geçiyor. İşin kötüsü, CD'yi çalıştırırken aklımdan geçen "Neyse lan, en azından Uzakdoğu dövüş sahneleri geçer. Wu kabileleri felan..." diye düşündüm. Şöyle büyük savaş sahneleri felan hayal ettim ancak sürekli içi boş cümlelerle felsefe kasılmış boş diyaloglarla hayattan soğudum resmen. Hele ki şu "Adam biri ölüm döşeğinde. 3 çocuğunu yanına çağırır. Adil vasiyetini Onlar'a aktarır. Sonra da işte birlik olmaları adına çubuk kırmalı ve kıramamalı o meşhur hikayeyi anlatır." tandanslı hikayeyle savaşa girmeye karar verilen sahnede kusasım geldi resmen.

Siz siz olun, izlemeyin şu filmi. En sonunda ağlarsınız.

Niye mi?

Çünkü en güzel ve en büyük savaşın başlaması gerektiği sahnede, "To be continued..." yazısını gördüğünüzde, "SABAHTAN BERİ BUNU MU BEKLEDİM LAĞN!" şeklinde haykırıyorsunuz. Hadi, bunu geçtim bir de 2. filmin türkçe altyazısını da göremedim internette. Demek ki talep yok, hehe.

Bu yazdığın, yönettiğin ve finanse ettiğin lanet filmden dolayı seni kınıyorum John Woo. O yüzden fotoğraf felan koymuyorum buraya.

Bundan sonra en sevmediğim yönetmenlerdensin.

24 Haziran 2010 Perşembe

When Dinosaurs Ruled the Earth (1970)

Çok güzel denk geldi. B Film sevenler için süper bir film. Önce bunu söyleyeyim. 1970 yılında yapılmış. İşte tırto efektler felan, oyuncak dinozorlar ve şu anki hiçbir millete mensup olmayan bir konuşma diline sahip ilkel insanlar. Bir kabilenin peşinde olduğu bir adam ve O'nun sevgilisi(Belindeki gamzelere dikkat!!!). Dev yengeçler ve bunlar gibi bir sürü saçmalık.

Çok eğlenceliydi... Adı yeter... :)...

Yönetmen: Val Guest
Senaryo: J.G. Ballard
Cast: Victoria Vetri, Robin Hawdon

Sakın es geçmeyin!

Layer Cake (2004)

Eddie Temple: You're born, you take shit. You get out in the world, you take more shit. You climb a little higher, you take less shit. Till one day you're up in the rarefied atmosphere and you've forgotten what shit even looks like. Welcome to the layer cake son.
Matthew Vaughn'un Kick-Ass filmini izledikten sonra edindiğim bir filmdi. Kıtlık çektiğim anlarda izledim yine. E düşük beklentiler de çoğu zaman yüksek keyiflere sebep oluyor.

J.J. Connolly yazmış, bir roman. Başrolde Daniel Craig var. O da iyi oyuncuymuş. İlk defa adam akıllı izledim. Sienna Miller var. Güzel felan işte. O tarz.

Filmin konusu; İngiliz uyuşturucu pazarında dönen birtakım dolaplarla ilgili. İşini her daim sağlam yapmasıyla meşhur olmuş genç bir adamın, tam emekliye ayrılmak üzereyken başına dolanan ekstra işlerden dolayı yön değiştirmek zorunda kalması felan.

Sonu çok komik. "Boka batma" olayı felan.

İzleyin ya, iyi film. :).

23 Haziran 2010 Çarşamba

ZMDB - ZOMBIE MOVIE DATA-BASE

Zombi filmi hastaları için faydalı bir kaynak olabilir. Gerçi olaya pek hakim olamadım. Çünkü sitenin adı başka, içeriğindeki sayfa başka. Blog sayfasının sağ üstündeki fotoğrafa da tıklayarak wiki'nin zombi sayfasına ulaşabilirsiniz. Tabi ki o fotoğraf değişene kadar. Neyse, iyi eğlenceler;

.

22 Haziran 2010 Salı

Unthinkable (2010)

Bugün güzel bir film izledim. :).

Başlangıcıyla "Ya yine mi "Müslümanlar pis, kaka!" filmine denk geldim..." şeklinde düşündüren ve aslında pek yanıltmamasına rağmen yine de keyif(aslında "ümit" mi demeliydim?) verdi. Zira bu kez "Müslümanlar barbar!" demekten ziyade "Biz barbarız, pisliğiz fakat müslümanlar da en az bizim kadar barbar ve pislik!" demeyi tercih etmeleri inceden bir gelişme olarak algılanabilir.

Öbür tarafta Samuel yine Samuel. Matrix filminde hiç beğenmediğim Carrie-Anne Moss pek bir elegant durmuş, şık olmuş. Michael Sheen daha başarılı olmalıydı. Karizmatik/Zeki kötü adam rolüne pek ayak uyduramamış işte. Bence bu senaryodaki bu karakter bu tarz değildi. Direkt oyuncunun eksikliğinden dolayı çok şey kaçırdık gibime geliyor.

Film çok çok başarılı değil. Bunu kabul etmek lazım ama yine de, barındırdığı onca mantık hatasına rağmen, yönetmenin olayı izleyicinin insiyatifine yıkma çabası takdire şayandı. Ha, bir de güzel espiriler vardı. Böyle "Ehehehe" şeklinde gülünenlerinden...

"İnce görün..." derim.




Quentin Tarantino & Diane Kruger

21 Haziran 2010 Pazartesi

Soundtrack: The Coasters - Down in Mexico

Death Proof filminin efsanevi kucak dansı sahnesi. Blogda filmle ilgili bir yazının olmamasınıtamamen kendi ayıbım olarak özetleyebilirim. Fakat şu vidyoyu paylaşmak bile iyidir, hoştur ve ne kadar güzel bir insan olduğuma işaretdir. Öyle değil midir a dostlar?

Biraz da gülelim; Robert De Niro

En çok güldüğüm adamların başında gelen Robert De Niro'dan iki vidyo. İlk vidyo Analyze That filminden. İkincisi de Sesame Street serisinden olsa gerek. Net bilmiyorum.

Maria;


Sesame Street;

17 Haziran 2010 Perşembe

The Terminator (1984)

Sarah Connor: You're terminated, fucker.
Cyberpunk kültürüne ait en meşhur eserlerden birisidir Terminator serisi. Aliens ile birlikte de en fazla saygı gören James Cameron filmidir.

"Dünyayı mahveden bir nükleer savaş sonucunda kendi iplerini kendi ellerine alan makinalar, insanları katletmeye başlıyorlar. Daha sonra insan ırkından çıkan bir kahraman, robotlara karşı yavaştan üstünlük sağlamaya başlamasını takiben, makineler ürettikleri cyborg ırkından birini, yaklaşık 40 yıl öncesinin dünyasına gönderip, söz konusu insan kahramanın annesini öldürmek ve geleceğe olan etkisini sıfırlamayı amaçlarlar. Olaylar gelişir..." tarzı, hem post apokaliptik, hem de cyberpunk kültüre uzak kalmayan süper bir hikayesi olmasıyla da daha bir cana yakın, daha bir sevilen olur.

İzlemiş olduğum ve fakat içinden hatırladığım tek şeyin "Yanan bir adamın robot olarak alevlerin içerisinden çıkma" sahnesi kalan bu serisinin ilk filmini izledim. Çünkü bana anımsattıkları ve benim bu anımsamalardan çıkardıklarım, tam da şu sıralar ilgi duyduğum alanlara işaret ediyordu. Öncelikle tam anlamıyla bir post apokaliptik film bekliyordum. O noktada beklentilerimle kaldım çünkü bu film, her ne kadar 2029 yılından bir pasaj ile de başlasa da anlattığı hikaye tamamen kıyametin hemen öncesi döneme denk geliyor. O anlamda tam istediğimi alamamış olsam da 1984 yapımı ve çocukluk dönemimizde TV kanallarının hemen herbirinde rast geldiğimiz bu filmi izlemekten dünya kadar keyif aldım.

Ama bu filmin bence en acayip yanı, Arnold'un(Soyadını boşverin), asıl başrol oyuncusunun dahi önüne geçip, dünyaca meşhur olmasına sebep olacak performansıdır.

Zaten bu öyle bir muhabbet ki; En son dizisini de yapmaya başladılar. 2008'de. İsmi "Terminator: The Sarah Connor Chronicles" şeklinde. Diziler hakkında pek bilgi sahibi değilim, ilgi alanıma girmiyor ama IMDb'den anladığım kadarıyla 2. sezon ile son bulmuş. Ondan sonra yapılmış, Christian Bale'nin de boy gösterdiği 2009 filmi var.

Sırasıyla izlenir hepsi.





15 Haziran 2010 Salı

Post Apokaliptik

The Bone Collector (1999)

Filmde de bir sahnede gördüğümü, Jeffery Deaver kitabı The Bone Collector'dan yola çıkılarak yapılmış.

İyi, hoş, güzel de... Niye bu kadar kötü olmuş bu ya?

Eskinin efsanevi kriminal uzmanı, şimdinin ise kötürümü dahi Lincoln Rhyme'ın(Danzel Washington) bir cinayet vakasıyla yeteneklerini keşfettiği Amelia Donaghy(Angelina Jolie) ile birlikte bir seri katilin peşine düşmeleri... Çok enteresan gerçekten. :)

Dedektif ve kriminal temalı filmlerin hastası olan benim, şu filmden tek aldığım keyif; silah, dedektif, polis ve bunlar gibi kavramların Angelina Jolie ile güzelleşmesi oldu. Sanırım Wanted filmi için de yazmıştım. Silah bu kadının elinde güzel. Gerçekten. Ha bir de unutmadan "Luis Guzmán" diyeyim. Bu adam da çok iyi. "Underrated".

Filmin gerisi tamamen safsata. "Yatalak bir dahi. Olaylara yattığı yerden yön veriyor felan. Süper teknolojik bir de bilgisayarı var. Hayattan bezmiş. Ölmek istiyor ama arkadaşları buna müsade etmiyor." fikrinden mi yola çıkmış, gerçekten bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da; Bir dahi karakter oluşturup, "Adam zeki beyler..." tarzı, çözümlediği olayları "Hmmm..." şeklinde düşünmesinden başka hiçbir şeye bağlamaksızın seyirciye sunmanın pespayelik olduğudur.

2 saat bir de...

(Angelina Jolie'nin 1 Dolar'ı ölçü aleti olarak kullanması güzel bir ayrıntıydı.)






14 Haziran 2010 Pazartesi

The Collector (2009)

Daha önce Saw serisinin 5. ve 6. filmlerinin senaryolarında yer almış ve 7. filmin(?, oha) senaryosuna da katkısı bulunacak olan Marcus Dunstan'ın çekmiş olduğu ilk film. Doğal olarak senaryosunu da kendi yazmış. 1975 doğumlu bu adamın beni heyecanlandırdığını ve bundan sonra çekeceği ilk filmi merakla beklediğimi söyleyebilirim ki filmde ikincisi için ciddi bir zemin hazırlayarak bitti. Yani öyle "Ya bir açık nokta bırakalım da belki tutarsa yenisini çekereiz..." mantığından ziyade, film tam anlamıyla bitmedi.

Senaryo çok iyi değil. Kurgu da öyle. Daha cast akmadan önceki ilk sahnedeki adamın ağzını eliyle kapatarak adeta "Burada patron benim. Ben istemeden siz hiçbir şey göremezsiniz." imasında bulunarak raconu kesmiş Marcus. Git gide klişeleşen korku-gerilim filmleri için yeni bir ümit doğmuş gibi olmuş sanki. Film tabi ki mükemmel değil. Fakat her eksiğin öteki tarafında bir güzellik yakaladığınız ve yönetmenin ilk filmini test ettiğiniz için bazı şeyleri görmezden gelebiliyorsunuz. "Senaryo çok iyi değil ama orijinal bir hikaye. Kurgu çok zayıf ama kamera çok iyi kullanılmış." gibi...

Zaten bu tarz filmlerden keyif almak için bazı şeyleri görmezden gelmeniz gerekebiliyor. Mesela oyunculuk aramayacaksın. "Şöyle korkmaya müsait bir surat, bu tarz filmlerde yeterli olur." diyebilmeme rağmen, bu filmdeki Josh Stewart gayet başarılıydı.

Bir de şu filmlerde artık olmaması gereken bir şey var. Bu film o ayrıntıyı da aklıma getirdi ve yazmam lazım. Şimdi şu mağdur adaylarının katilin elinden kurtulma imkanı yakalamalarına rağmen ve bununla birlikte o vahşeti de yaşamış kişiler olmalarıyla birlikte geride kalanları kurtarma çabaları için kendilerini tehlikeye atmaları kadar saçma bir şey yok. Yani artık seyirci bu tarz hareket eden karakterler için "Vay be ne cesur adam. Helal olsun, işte insanlık bu!" diyecek kadar gerizekalı değil. Bilakis "Aptal bir insanmışsın be dostum." diye düşünüyoruz. Yapımcılar, senaristler felan bunu artık anlamalılar.

Bir de o telefonu kullanmasında bir sakınca yoktu. Sonuçta telefonla konuşmak için illa ahizeyi kulağınıza koymak zorunda değilsiniz.

Son olarak da mümkünse bir tane Madeline Zima istiyorum.

Saygılar.







Falling Down (1993)

Tam anlamıyla bir "Fuck The System!!!" filmi. Eğer Fight Club'ı sevdiyseniz, bu film Fight Club filminin misyonunda, o filmden çok daha etkili bir film. Yönetmeni Phone Booth filminin yönetmeni olan Joel Schumacher. Yazanı da bir çok filmde oyuncu olarak rol almış Ebbe Roe Smith diye bir adam. Başrolleri ise iki üstad Michael Douglas ve Robert Duvall üstlenmiş. Döktürmüşler afedersiniz.

Fast Food restoranları üzerinden yalan dolu kapitalizme, insanların boktan yaşam statülerinde ısrar etme ve katlanma mecburiyetlerine(güvenlik, geçim şartları vbg...), kan emici bankalara, çürük insan ilişkilerine(evlilik, iş arkadaşlığı vbg.), bütçe dengesi yapabilmek için yol inşaatı yapan belediyelere, teknolojinin insanlığa etkilerine, faşistlere ve kodomanlara atılmış devasa bir tokat. Hem de müthiş bir kurguyla birlikte.

O muazzam son ile birlikte.

Hüseyin, sen bu filmi ok seversin. :)
Frank: Listen, what am I paying my fucking dues for? This is my golf course! If I wanna play here, I will play here. If he gets hit with my titleist, that's his fucking problem. Fore! Fore!
[Hits ball]
Bill Foster: [the ball barely misses his head; whips out shotgun] Five! What the hell are you trying to do? Kill me with a golf ball? It's not enough you have all these beautiful acres fenced in for your little game, but you gotta kill me with a golf ball? You should have children playing here, you should have families having picnics, you should have a goddamn petting zoo. But instead you've got these stupid electric carts for you old men with nothing better to do.
[Fires his shotgun at a golf cart, causing it to roll down the hill]
Bill Foster: Now aren't you ashamed?


Soundtrack: Cypress Hill - Rap Superstar


Danzel'in güzel filmlerinden birinden. Efsanevi Cypress Hill'in çok güzel şarkılarından biri. Güne güzel başlayalım.

13 Haziran 2010 Pazar

Jackie Brown (1997)

Ordell Robbie: Is she dead, yes or no?
Louis: Pretty much.

Bir silah kaçakcısı ve emrindeki insanlar ve söz konusu kaçakcı ile polis arasında ikili oyunlar düzenleyerek yaşam standartlarını yükseltmeyi amaçlayan bir kadının hikayesi. Çok tehlikeli bir kadının hem de...

Her filminde klasik filmlerin posterlerini sunan Quentin Tarantino adlı dehanın, Reservoir Dogs ve Pulp Fiction'dan sonra çektiği ve bence hikaye bazındaki en sağlam filmi. Aslında Pulp Fiction ile aynı dönemde sunulması planlanmış. Fakat yapımcılar ile QT arasına "Pam Grier & Jennifer Lopez" pürüzü girince filmin sunulması 1,5 yıl kadar gecikmiş. İşte QT'nun en büyük özelliği bu. Casting ve diğer seçimlerinde(Örneğin film müziklerinde) kusursuz tercihler yapabilmesi, O'nu en iyiler ve hatta efsaneler arasına sokuyor. Bu sadece sinema sektörüyle ilgili bir şey değil; Ömrümde O'nun kadar bir olaya hakim olabilen başka bir insana rastlamadım.

Dediğim gibi; Başrolde Pam Grier var. Onunla beraber, Samuel L. Jackson, Robert Forster ve Robert De Niro gibi süpersonik yetenekler de filme dahil olunca, zaten muhteşem olan bu hikaye daha da bir mükemmel hal almış. Özellikle burada Robert De Niro'nun performansına ve Bridget Fonda'nın o efsanevi çekiciliğine fokuslanmak lazım. :). Hele Robert De Niro'nun canlandırdığı karakterle arasında geçen diyaloglardaki überliğe diyecek laf yok.

Zaten daha önce de izlediğim filmde, yine QT klasikleri vardı. Sağa sola sataşan diyaloglar, gergin geçen sahneler(Samuel L. Jackson ile Pam Grier'in canlandırdığı karakterlerin, ilk diyalog sahnesi muazzamdı misal.) felan kusursuza yakındı. "Kusursuz" diyemiyorum zira en son izlediğimiz Inglorious Basterds filmiyle adam kendi kendine bile açık ara fark attı.

Neyse işte ya, süper film. 2. izleyişimden de şeref ve keyif duydum.
harika ötesi şarkılar...