28 Şubat 2009 Cumartesi

Kötü Kedi Şerafettin yolda...

Nihayet, nihayet... Yıllardır çeşitli mizah dergilerinde okuduğumuz, Bülent Üstün'ün Kötü Kedi Şerafettin'in sinema filmi çok yakında izleyici ile buluşacakmış. Kaynak; Nil Karaibrahimgil. Bu sabah uyandığımda televizyonu açtım, NTV'de bi' programda konuktu. İçerisinde Kötü Kedi Şerafettin geçen bi' şarkısını yayınlamaya izin almak için Büstün'ü aramış. O da Nil'e izin verdikten sonra, "Zaten sinema filmi de geliyor. Sen de şarkısını yaparsın artık..." gibisinden bi' şeyler söylemiş. Ölesiye bi' merak ile bekliyoru(z)m.

Mean Streets (1973)

Martin Scorsese'nin 1973'de hayat verdiği şaheseri. Yönetmenliğini yaptığı gibi, senaryosunu da kendisinin yazdığı çok sağlam bi' başyapıt. Basit diyaloglar ve üst düzey oyunculuk ile yoğrulmuş, tadından yenmeyen bi' şey. Oyuncu kadrosu da çok iyi. O dönemlerin parlamakta olan iki yıldızı, Robert De Niro ve Harvey Keitel'in başrollerini paylaştığı filmde, bi' yandan da güzeller güzeli Amy Robinson'ı da izlemek mümkün.

Filmi, sırf Robert De Niro'nun oynamış olduğu 1 film daha izlemek için edinmiştim. Tabi kadroda Harvey Keitel'i de görmem de filmi edinmemin yan etkenlerinden biriydi. Sonra yine pişman olmadım, De Niro yine döktürmüş.

Ağır bi' film. Efsanevi The Godfather serisini hemen hemen hepimiz biliriz. Genel olarak "İşleyişinin çok ağır olmasından" şikayet edilir. Eğer siz de böyle düşünüyorsanız, bu filmi hiç izlemeyin derim. Tabi Robert De Niro'nun bu tip filmlere cuk oturmasını da hesaba katın yani, çok önemli bi' ayrıntı.

Hikaye için "MÜKEMMEL!!!" diyemeyecek olsam da, geçer not verebilirim. Pisliği anlatıyor. Sokaklardaki pisliği... Altlaşmanın en son raddesini dramatize etmiş, izleyiciye sunmuş. Sokakları ev bellemiş dostlar falan, dramatik bi' son. Bilindik bi' şey ama tadı biraz daha iyi sanki. Belki o bilindiklerin ilklerindendir. En nihayetinde 1973'de izleyici ile buluşmuş bi' film.

Son olarak değinmek istediğim, filmin kapağı. Bayıldım doğrusu... İyi bakan adama, filmi özetlemiş.




26 Şubat 2009 Perşembe

The Imaginarium of Doctor Parnassus (2009)

Konusunu pek bilmiyorum. Fakat cok eminim, bu film izlenecek. Neden mi? Cunku The Dark Knight filminin Joker'i Heath Ledger'in asiri dozdan olumunden once oyuncu kadrosunda, basrol oyuncusu olarak, bulundugu son filmi. Yani The Dark Knight filminden sonra cikacak ilk filmi. Ayni zamanda da son filmi. :(. Terry Gilliam yazmis, yonetmis ve yapimciligini ustlenmis. Heath Ledger'in tamamlanmamis rolu icin de baska oyunculardan yardim alma yoluna gitmis. Bunun uzerine Heath Ledger'in oynayacagi bolumleri Collin Farrell, Johnny Deep ve Jude Law'a paylastirmis. Bi' soylentiye gore de, bu 3 oyuncu da bu kisa rolcukler icin herhangi bir odeme talep etmemisler.

Dedigim gibi, bu film izlenir. Her ne kadar dram, fantezi ve gizem kelimeleriyle etiketlenmis olsa bile... Oyuncu kadrosu icin de IMDb sayfasini ziyaret edebilirsiniz.

Sevgiler.

The Curious Case Of Benjamin Button (2008) #7










Yok, hayır. Filmin, makyaj olayını aşmış olmasıyla ilgili hiçbir şey yazmayacağım. Zaten bunları sağda-solda yeterince okudunuz.

Geçenlerde, Oskar töreninin olduğu gece, NTV'de Cem Yılmaz ve Nurgül Yeşilçay'ın katıldıkları bi' sinema programını izliyorum. Cem Yılmaz, Benjamin Button'un hikayesinin birkaç sayfalık bi' öyküden uyarlandığını söyledi. Bugün, az önce, filmi izlemiş bulundum. Gerçekten çok şaşırdım. David Fincer'in tabiriyle, "David Fincer'in hayatının filmi". Bir röportajında söylediği üzere, hayatı boyunca bu filmi çekmek istemiş. İyi de etmiş yani. Eric Roth senaryolaştırmış.

Film müthiş bi' teknolojinin ürünü. Belli ki üzerinde çok emek var. Bunun güzelliği de, üzerinde maddi-manevi, bu denli emek harcanmış filmin, içerisinde barındırdığı duyguyu izleyiciye bu kadar güzel yansıtabilmesi. Misal, müzikler. Kimin elinden çıkmış, bilmiyorum fakat enfestiler. Özellikle, Cate Blanchett'in canlandırdığı Daisy karakterinin, Benjamin Button ile seneler sonra karşılaştığı ve tenha bi' dış mekanda Benjamin'e bale resitali sunarken arka plandan gelen saksafon sesi. Harikaydı resmen.

David Fincher'i zaten biliriz. Dev bi' sinema adamı. Zodiac, Fight Club, The Game, Se7en gibi filmleriyle tanır ve kendisine hayranlık duyarız. Bu son filmiyle, kendisini efsanelerin arasına soktu. Kullandığı anlatım, filmin kurgusu başlı başına harikaydı. Hele ki yine Cate Blanchett'in başından geçen trafik kazasının gelişim sürecini sunuşu vardı ki, of aman... O neydi öyle?.. Ayrıca, bi' de kendisine 7 kere yıldırım çarpmış olan adam da çok ilginçti. O'nun olayı neydi, ben anlamadım, :)).

Filmi izlerken, ilginç ilginç düşünceler ile cebelleştim. Baktım, Benjamin Button Daisy'nin şehvet teklifini geri çevirdi. Sonra zaman geçmeye başladı. Hem de, iki kişi için, zıt yönde. O çok pisti. Zamanın geçiş hızını, durup dururken, ikiyle çarptı ki, bu da bana yitirdiklerimi hatırlattı. Yani tam şu an, çok fena küfretmek istiyorum. Tabi bi' film izleyip de, "hayatımı değiştirmek zorunda olduğuma", "bundan sonra elimdeki fırsatları kaçırmamam gerektiğine" ve "dünyanın 3 günlük olduğuna" kanaat getirmeyeceğim, zaten bildiğim şeyler. Ancak her ne olursa olsun, Fincher, bu filmiyle benden bi' nokta yakaladı ve sanırım uzun bi' süre o noktanın peşini bırakmayacak.

Alacağın olsun Fincher baba...

Not: Filmin konseptine uygun, her zaman yaptığımdan ziyade, fotoğrafları yazının tepesine koydum.

Son olarak da; The Curious Case Of Benjamin Button (2008) #6

Auf der anderen Seite (2007)

EUROPÄISCHES DREHBUCH 2007
OFFICIAL GERMAN ENTRY FOR THE OSCAR: Best Foreign Language Film 2007
PRIX LUX 2007, European Parliament
BEST DIRECTOR & BEST EDIT & JURY SPECIAL RECOGNITION AWARD
at GoldenOrange Filmfestival Antalya 2007
PRIX DE SCÉNARIO, Cannes 2007
PRIX DU OECUMÉNIQUE, Cannes 2007

Ein Film von Fatih Akin

Bu bir marka artik. Kendimizden bir seyleri illâ ki bulabilecegimiz filmlerin markasi. Izlerken, bir sürü hayatin pesinden ayni anda kosusturabilecegimizin garantisi. Keyif kisacasi efendim, keyif!

Auf der anderen Seite-Yasamin Kiyisinda- bir cok ünlü Türk ve Alman oyuncunun birlestigi bir kadroyla cikti karsimiza. Ben filmde bir Babel havasi yakaladim. Hayatlar burda birbirini sadece zamansal teyet geciyor... Ordaysa mekânsal teyetler zamansal düzlemlerde karisiyordu birbirine.


Karisik kelimelerle sacma seyler anlatmak yerine, filme gecelim. Nurgül Yesilcay oynuyor filmde. Hay ahu gözlerine yandigimin kadini. Manyak misin nesin? Tuncel Kurtiz, hey gidinin Tuncel Kurtiz'i... Fransöziş seni!

[Film arasi reklami yapilan kitabin "Demircinin Kizi" oldugunu belirtmek isterim. Alin okuyun, güzel kitap. Adamin dedigi kadar var "Hey millet, bu kitabi okuyun" aynen. ]

Iki cenaze var. Var bunlar, biri Türkiye'ye gidiyor... Digeri Almanya'ya. Bu görüntüler beni cok etkilemisti. Bol bol istanbul gördügümüz, karisikliklarin icinde kaybolur gibi oldugumuz filmde verilmek istenen seyin "Bekle ve umut et" oldugunu kavradim ben...

Nejat'in babasi gelecek mi kararan havada, baliktan? Bitmiyor film... Son sahnesi yok aslinda... Nejat bekliyor, umut ediyor. Barisacak kendiyle sonunda.

O baba... Gelecek!

25 Şubat 2009 Çarşamba

The Life of David Gale (2003)

Oldum olasi, gercek hayat hikâyelerini sevmisimdir. Bircoklari icin sinema gercek olmayan bir seylerin beyaz perdeye izdüsümü olsa da, benim icin topluma yönelik yapilan her seyin, gercek hayatla alip veremedigi/verdigi bir seyler olmali.

The Life of David Gale, Türkceye "Ölümle Yasam Arasinda" olarak cevrilmistir. Basrollerinde son yillarimiza damgasini vurmus Kate Winslet ile Kevin Spacey oynamakta. Yönetmenligini Alan Parker üstlenmis.
2003 yilinda Altin Ayi ödülüne aday gösterilen film, ne yazik ki bunu In This World'e kaptirmistir.

Bu film icin rahatlikla sunu söyleyebiliriz ki, tüm oyuncular bir basrol oyuncusu edasinda. Yardimci kadin oyuncu rolünde gördügümüz Laura Linney'den tutunda avukata, ordan gazeteci cocuga, ordan bilmemkimlere kadar herkes büyük bir ciddiyetle oynamis rolünü ve hepsi bir sekilde sahnelerle akilda kalmis.

Filmin ana temasi, Teksas'taki idam cezalari. Bu cezalarin kaldirilmasi icin caba sarfeden ünlü bir profesör, "sapik" diye damgalandiktan sonra cok sevdigi is arkadasi Constance tecavüz edildikten sonra hunharca öldürülür. Üzerinde David'in de spremleri bulununca "olaylar gelisir". Hic düsmeyen bir tempoda ilerleyen filmde, Kate Winslet basarili ve feminist bir gazeteciyi (Elizabeth Bloom) oynuyor. David onunla röportaj yapmayi kabul ediyor ve ona hikâyesini anlatiyor. Bu hikâye akabinde kacmalar ve kovalamacalar basliyor.

Sonucta David Gale idam sehpasini boyluyor mu, boyluyor...Ama amac, "haksiz yere" olan idamlara bir tepki cekmektiyse, bu haddiyle yapiliyor.

Sürükleyici bir hayat hikâyesi ve göz dolduran performanslar. Izlemeyenlerin acil izlemesi gerek derim ben.

Mr. & Mrs. Smith (2005)

Tam çerez film. Bu filmi, Brad Pitt ile Angelina Jolie beraber takılmaya başladıktan sonra çekmişlerdi. Bu da insana, "Hadi ya, bi' film yapalım. Makara olur!.." gibisinden bi' cümleyle gaza gelip, böyle bi' şey yaptıkları imajını veriyor. Böyle kafanın kaliteli yapımları kaldıramayacağını düşündüğün fakat aynı zamanda da film izlemek için yanıp tutuştuğun dakikalardan birinde aç ve play butonuna bas. Keyif alacağına emin olabilirsin. Bi' kere çok komik bi' film. Brad Pitt, neslinin en iyilerinden. Angelina Jolie'nin oyunculuğunu pek beğenmesem de, duruşunu seviyorum. Doug Liman yönetmiş, Simon Kinberg yazmış. Ayrıca Alfred Hitchcock reisin yönetmenliğini yaptığı, aynı isimde, 1941 yapımı bi' filmi daha var. Senaryosunu da Norman Krasna adlı birisi yazmış. Oradan uyarlanmış olsa gerek.

IMDb Sunar; 2008 Oscar Ödülü Yıldızlarının Gelecekleri Ne olacak?

Evet, yine IMDb ağabeyim, yapacağını yapmış ve bize yeni bi' güzellik sunmuş bulunmakta. 2008'de Oscar'a aday olmuş olan sinema yıldızlarının, önlerindeki projeleri hakkında bi' araştırma yapmış. Enfes olmuş. Sadece Kate Winslet'in şu sıralar görünürde bi' projesi yok. Diğer bütün yıldızlar en az 1 film ile kontrat yapmış bulunmakta. Bakalım neler olacak.

Tabi bu haberi, türkçe'ye çevirip kaynak göstermeksizin sunarak, acayip prim yapmak da vardı. Ancak olmaz, ne gücüm ne zamanım yeter. Sizi şöyle alayım; Böyle.

24 Şubat 2009 Salı

Two for the Money (2005)

İyi film. Dan Gilroy tarafından, gerçek bi' yaşam öyküsünden uyarlanmış. Zaten sıradan, orijinal bi' senaryo olsaydı, bu filmi bu kadar beğenmezdim. Umarım, "Inspired by True Story" olayında yalan yoktur. Kendimi aldatılmış hissetmek istemem.

Hikaye bahis dünyası ile ilgili. Oyunculuk enfes. Sırf Al Pacino için izlemeye karar verdiğim bi' filmdi ve yine pişman olmadım (Havaalanındaki kalp krizi sahnesini dikkatle izleyin. Resmen oyunculuk dersi...). Diğer elemanlar da gayet iyi. Her ne kadar Matthew McConaughey'i isminden dolayı sevmesem de, O da iyi oyuncu. Kaçırmamak lazım. Tropic Thunder adlı, sözde filmde bi' miktar rol kesmişti.



23 Şubat 2009 Pazartesi

Sylvester Stallone & Muhammed Ali Clay

Madem "Oskar" dedik, dün akşam NTV'de yayınlanan bi' görüntüyü sizinle paylaşmak istedim. "Boks" deyince akla gelen iki isim... Aslında vidyoyu buradan direkt izletmek isterdim ama vidyoyu YouTube'a koyan arkadaş html kodlarının paylaşımını engellemiş. Buyurun buradan, tıklayıverin.

22 Şubat 2009 Pazar

81. Oscar Ödülleri Açıklandı

Dün açıklandı. NTV'den canlı seyrettik. Hugh Jackman'ın iyi bi' oyuncu olmasının yanında, çok iyi de bi' şovmen olduğunu izledik. Sonuçlar pek şaşırtıcı değildi. Normaldi, iyi bi' geceydi.

En iyi film ödülünü Slumdog Millionaire aldı. Zaten hakkıydı. Hakkında yazdığım yazıda da kendisinden ne kadar memnun olduğumu dile getirmiştim. En iyi bayan oyuncu, şu sıralar yaşayan en iyi oyunculardan birisi olduğuna inandığım Kate Winslet'e gitti. Yani bu kategoride de beklenen oldu. En iyi erkek oyuncu Sean Penn'e gitti. Dün Nurgül Yeşilçay'ın, NTV'de söylediği gibi, bu adama yaşam boyu başarı ödülü verilmesi gerekiyor. En iyi yönetmen Danny Boyle oldu. Bu aynı zamanda Slumdog Millionaire'nin aldığı 8 ödülden bir başkasıydı. Okuribito en iyi yabancı film seçildi. İzlemedim, yorumum yok. En iyi görsel efektler ve en iyi makyaj teknikleri The Curious Case of Benjamin Button'a gitti. En iyi yardımcı erkek oyuncunun kime gittiğini yazmaya dahi gerek yok. Olacak olan oldu, :). En iyi animasyonu, altın kürede olduğu gibi WALL-E götürdü. En iyi senaryo Sean Penn'in başrolünü üstlendiği MILK filmine gitti. Bunu da büyük ihtimalle bugün izleyeceğim. En iyi yardımcı bayan oyuncu da, beklenildiği üzere, Penélope Cruz'un oldu.

Kısacası, Altın Küre gecesinin bi' benzerini yaşadık. Yine de güzeldi.

Dead Calm (1989)

Yine bi' roman uyarlaması. Kitap Charles Williams. Film eden Phillip Noyce. Başrollerini Nicole Kidman, Billy Zane ve Sam Neill paylaşmışlar.

%99'u Pasifik Okyanusu'nun üzerinde geçen bi' hikaye. IMDb korku ve suç kavramlarıyla etiketlemiş ama filmde korku unsuru yok. Bunu "Ya ben hiç korkmadım!" çizgisinden ziyade klasik korku filmi klişelerini barındırmamasından dolayı söylüyorum.

Filme gelince; İlk başlarında "Çok fazla klişe içerdiğini düşündüm.". Fakat daha sonra, hikaye ilerledikçe kendimi filmin içinde bulduğumu söyleyebilirim. Yönetmen çok iyi iş çıkarmış. Müzikleri fena değil. Özellikle seyirciyi germesi gerektiği sahnelerdeki müzikler çok başarılı. Hikaye 3 karakterin üzerinde dönüyor. Ingram çifti gayet başarılı fakat diğer karakter Hughie Warriner iyi olmamış. Yani bi' ruh hastasından ziyade, bi' gerizekalıyı andırıyor. Gerçi bu bile filmden keyif almayı engelleyebilecek bi' unsur niteliği taşımıyor. Filmden hoşuma giden tek kare de şu;

Nicole Kidman severlere kesinlikle tavsiye ediyorum. Özellikle O'nu 22 yaşındayken görmek isteyenler için, ;).

21 Şubat 2009 Cumartesi

Dumb & Dumber (1994)

1994 yılında yapılmış, Jim Carrey'in ilk filmlerinden biri. Süper bi' senaryo. Geçişler çok iyi. Peter Farrelly diye bi' ağabey yazmış, yine kendisi yönetmiş. Hatırlıyorum da, çocukluk dönemimin baş filmlerinden biriydi. "Salak ile Avanak" diye geçerdi. İzledikten sonra, her defasında, polisin çiş içme sahnesini arkadaş ortamında anlatır, gülerdik.

Komik.

Diyaloglar, Jim Carrey'in suratı. Jeff Daniels'in müthiş oyunculuğu, mimikleri. Sıcak gülümsemeler. Saflık ile salaklık arasındaki ince çizgi. Bi' gün şansın dönecek olması.

Birçok hikaye, yine bi' yığın duygu.

Şu diyaloğu da yazmazsam, bu gece ölürüm;
Harry: I don't bet.
Lloyd: What you mean you don't bet?
Harry: I mean i don't bet.
Lloyd: I'll bet you twenty dollars I can get you gambling before the day is out!
Harry: No!
Lloyd: I'll give you three to one odds.
Harry: No.
Lloyd: Five to one.
Harry: No.
Lloyd: Ten to one?
Harry: You're on!
Lloyd: I'm gonna get ya!
Harry: Nu uh!
Lloyd: I don't know how but I'm gonna get ya.


Ah be Carrey, yine beni güldürdün ya... Allah da seni güldürsün! (Jim Carrey & Jenny McCarthy)






19 Şubat 2009 Perşembe

Güven Kıraç

Az önce Gegen die Wand filmini izledim. Gerçekten de müthiş bi' oyuncu olduğunu, bi' kere daha farkettim.

O'nun gibi iyi oyunculara karşı nasılız biliyor musun? "Aa O adam!" Yani tek olayımız bu. İnsan bi' bakar, n'apıyor. Rolünün hakkını verebiliyor mu? Ama yok, sen anca geniş omuzlu, dolgun kalçalıları değerlendirmeye al. Sıkıntı(mız)n da bu işte. Kaç tane var bunlardan biliyor musun? Ben söyleyeyim, yığınla. Hem günümüzde, hem geçmişimizde. Aklıma gelmiyor şu an. Hulisi Kentmen mi desem, Erkan Can mı desem, Türkan Şoray mı yoksa Kadir İnanır mı? Daha bi' sürüsü var. Sen bu tip adamları kayırma, el üstünde tutma ve ondan sonra da "Ya Türk Sineması da hiç gelişmiyor!" de. Sana var ya, Recep İvedik musallat olsa yeridir. Öyle bi' durumdasın şu an...

Gegen die Wand (2004) #2

Daha yazıyı yazmadan söyleyeyim. Bu film hakkında birazdan yazacağım yazıdan daha iyisi, yine bu blog sayfasında, şu linkte yazılı... Şimdi gönül rahatlığı ile yazabilirim.

Geçtiğimiz pazartesi, az önce verdiğim linkten aldığım ara gazla, edindim. Az önce bitti. Süper film. Başka bi' yazımda da söylediğim gibi, bu tip güzel filmleri atlamak iyi oluyor. Tıkanıklık anlarında ilaç gibi geliyor.

Şimdi filmin ne tarafını övsem, gerçekten bilmiyorum. Oyunculuk mu desem, hikaye mi desem yoksa bi' yönetmenlik harikası olduğuna mı değinsem... Merak edenler, illa ki olacaktır. Daha önceleri Fatih Akın'ın bi' kitabıymış, oradan uyarlamış. Sonra da filmini yapmış.

Çok dolu, hakikatten çok dolu. Filmde her türlü duygu var. Umut, umutsuzluk, aşk, nefret, hırs, sevgi, saygı... Bi' de bunun yanında gerçek var. Toplumsal eksiklikleri, seyircinin ve eksikliklere sebep olanların yüzüne vuruşu var.

Sinema seviyor musun? O zaman bu filmi izle...






Michael Forest

The Godfather

Francis Ford Coppola(Sağdaki sakallı ağabey), İlk filmdeki düğün sahnesini çekiyor.
Fotoğraf; Steve Scapiro (O da İtalyan, belli. Ne lobicilik yapmışlar arkadaş.)

17 Şubat 2009 Salı

The Sicilian (1987) #2

Enfes bi' hikaye. Normal şartlarda kitap okumayı seven bi' insan değilim. Fakat Godfather gibi bi' serinin ardından, bünyede hafiften bi' Mario Puzo sempatizanlığı başladı. İlk olarak The Godfather'ı okudum. Süperdi, harikuladeydi. O bitti. Romanya'ya döndüğüm bi' gün, Atatürk Havalimanı'ndayım. D&R'a girdim. Lombak falan arıyorum. Bi' baktım, Mario Puzo reyonu. Orada 3-5 tane Mario Puzo romanı. Elim önce The Sicilian'a gitti. Sonra yerine koydum. Omerta'yı çektim oradan. Satın aldım, başladım okumaya. O da bitti. O da enfesti. Sırada The Sicilian ve diğerleri vardı. Ancak, takdir edeceğiniz üzere, bulunduğum coğrafya içerisinde Türkçe roman bulmam neredeyse imkansız. O yüzden bekleme halindeydim. Sonra geçenlerde Ekşi Sözlük, Lafmacun ve IMDb semalarında takılıyorum, filmler ile ilgili yazılar okuyorum. Bi' baktım, The Sicilian'ın filmi varmış. Hem de benimle yaşıt, 1987 çıkışlı. Filmi edindim ve izledim. Az önce bitti.

Konusu az önce de belirttiğim gibi, Mario Puzo'nun aynı isimdeki romanından uyarlanmış. Halkı ve sevdiği kadın için yaşayan, başkaldıran ve dünyaları karşısına alan bi' adamın, orospulaşmış bi' düzen içerisindeki mücadelesi ve sonunda yanlış anlaması üzerine kurulu bi' hikaye.

Oyunculuk enfes. Fakat prodüksiyon zayıf. Çekimler, yıllar önce yapılmış Godfather serisi kadar bile değil. Müzikler desen tırt. Yoksa O da Puzo romanı, Bu da... Hikayelerin ikisi de enfes. Bi' de filmdeki esas kıza değineceğim, o nasıl bi' duruluk, ben bilemedim.

Gerçi IMDb halkı yüzüne bakmamış ama siz yine de beni dinleyin, bu filmi izleyin.













Şu son kare(aslında dikdörtgen), filmin de son karesi(aslında dikdörtgeni). Sevgilerimle...