28 Şubat 2010 Pazar

Büşra (2010)

19 Mart'da sinemalarda olacakmış. Enteresan bi' film olacak gibi duruyor. Ortalık karışabilir bile... Senaryo Bahadır Boysal'ın çizdiği bi' karakterin üzerine kurulmuş. Alper Çağlar diye bi' arkadaş yönetecekmiş. Bahadır Boysal'ın isminden dolayı filmin çok saldırgan ve aşağılık kompleksli bi' yapım olmayacağına inanıyorum. Umarım düşündüğüm gibi olur. Bekleyeceğiz.

27 Şubat 2010 Cumartesi

I giorni dell'ira (1967)

It's time to go...
Nam-ı diğer; Blood and Grit (İngiltere), Day of Anger (ABD), Days of Wrath... Müthiş bi' hikaye. Il mio nome è Nessuno (My Name is Nobody) filminin yönetmeni Tonino Valerii çekmiş. Senaryo da Ron Barker adlı bi' yazarın romanından uyarlanmış. Sıradan ve olaysız kasabaya çöken yaşlı bi' haydut ile kasabanın ayak işlerini yapan genç ve yetenekli bi' silahşör üzerinden dönen, tipik bi' UNDERDOG hikayesi. İşte yaşlı kurt genç kurt üzerinden oyunlar oynar, vbg. En sonunda da genç kurt yaşlı kurtu alt eder. Böyle şeyler ama zaten bu filmi diğer Western filmlerden farklı kılan da bu Underdog teması. Filmin bi' diğer güzel unsuru da Lee Van Cleef. Clint Eastwood ile birlikte Western filmlerin değişilmez ismi olan Cleef'in yanına da Underdog halleriyle Roma, İtalya doğumlu Giuliano Gemma'yı koymuşlar ki eleman da çok iyi rol kesmiş.

Ayrıca filmin müzikleri de muazzam olmuş. Elime OST albümü geçti. Dinledim ve çok beğendim. Kesinlikle tavsiye ederim. Bi' de youtube'da şöyle bi' vidyo buldum;


İtalyan Kovboy. İlginç tabi...












26 Şubat 2010 Cuma

Soundtrack: Unforgiven Theme (1992)

Sabah sabah, nereden estiyse artık, açtım şu efsanevi filmin o güzel müziğini dinledim. Hatırlarsanız; Clint Eastwood, Morgan Freeman ve Gene Hackman üçlüsünün başını çektiği ve yine Clint Eastwood tarafından yönetilmiş bi' filmdi. Film ile ilgili şöyle yazmıştık. Neyse, bitsin bu yazı; HADİ GÜNAYDIN HERKESE!

Klass (2007)

Nam-ı diğer ve orijinal adıyla; Klass (2007). Sanırım izlediğim ilk Estonya filmi bu. Müthiş ama. Ayrıntıları BİZe uzak olsa da genel hatlarıyla BİZ denilebilecek bi' şey. Liseli gençler arasındaki ego ve gösteriş savaşlarını konu almış. Gerçekten enteresan bi' filmdi. Az önce bitti ve bende müthiş anıların canlanmasına sebep oldu. Siz de izleyin. Bi' de bu film ile alakalı, şuradaki yazıyı okuyun.











25 Şubat 2010 Perşembe

Waking Life (2001)

Enfes filozofik diyaloglar ve müthiş bi' animasyon tekniği. Before Sunset ve Before Sunrise filmlerinin yazarı ve yönetmeni Richard Linklater tarafından yazılmış ve yönetilmiş, efsanevi bi' iş. Açıkcası benim dikkatimi filmin senaryosundan çok animasyon tekniği çekti. Gerçek görüntü üzerine çizilmiş serseri çizgilerden ibaret, garip bi' animasyondu. Diyaloglar ise harikulade. Zaten filmde bunun üzerine kurulu.

Bence kesinlikle izlenmesi gerekenlerden.













22 Şubat 2010 Pazartesi

Zombieland (2009)

Ruben Fleischer diye bi' adamın filmi. 2. filmiymiş. 1.'si de, daha önce hiç duymadığım, 2001 yılı The Girls Guitar Club adlı bi' yapım. O da kısa film zaten.

Bu film fena olmamış ama... Bi' kere bunu söylemem gerek. İnce ince espiriler ve Hollywood'un zombi açılımına fena giydirmeler. Zombi filmlerindeki tüm kilişe objelere akıl dolu göndermeler ve bunlar gibi şeyler. Keşke bi' de sonunu mutsuz bitirseymişler, daha güzel olurmuş ama bu da bi' çeşit ironiydi sanırım.

Oyuncu kadrosu da oyunculuk performansı da fena değildi. Başrolde ve anlatıcı konumunda Jesse Eisenberg diye bi' genç vardı. Kariyeri yükselmekte olan bi' oyuncu. Baktım, gayet de iyi. Tip olarak da komedi filmleri çekmeye uygun görünüyordu. Performansı da iyi olunca, bendeki ilk izlenimini güzel bıraktı. Onun yanında yardımcı erkek anlamında Woody Harrelson vardı. O'nu zaten No Country for Old Men filmindeki Carson Wells rolünden hatırlarsınız. İyi oyuncu. Bu filmde de zombi filmlerinin vazgeçilmezi "Zombilerden korkmayan sert adam" rolüne bürünmüş, güzel de olmuş. Bu ikiliye eşlik eden 2 tane de bayan oyuncu var. 1. Emma Stone, 1988 doğumlu. Hem oyunculuğu, hem de güzelliği de tıpkı soyadı gibi... Onun yanında da Abigail Breslin diye 1996 doğumlu bi' kız var ki dostlar başına. İleride adını sık sık duyacağız sanırım.

Tüm bu güzelliklerle birlikte, Amber Heard ve Bill Murray'ın ufacık rolleriyle renk kattığı bu filmi kaçırmayın derim ben. Unutmadan "Clown Zombie" rolüyle Derek Graf'ı da ekleyeyim. Yorgun bi' anınızda dinlenmek için izleyebileceğiniz cinsten bi' film.






Shutter Island (2010)

Amerika'da vizyona girdi. Türkiye'de de yakında girer heralde. IMDb'ye göre 12 Mart'ta Türkiye'de olacakmış. Heyecan ile beklediğim filmlerden biri. Martin Scorsese ve Leonardo DiCaprio'nun 2010 buluşması olacak. Bi' kere bu önemli. "Daha önce nerede buluşmuşlardı ki?" diye sorana "The Departed" deyip, konuyu hızla kapatmak gerek. İyi filmdi, Jack Nicholson felan... Ne diyorduk? "DiCaprio ve Scorsese..." dedik. Scorsese'yi anlatmaya gerek yok. Dev adam. DiCaprio birazcık incelenebilir. Muhabbeti açıldığında, "Sene 2002'deki Gangs of New York filminden sonra o kıl babyface oyuncu imajından sıyrılmayı başarıp, müthiş bi' ivme izlemeye başlayan oyuncu..." olarak tanımlarım kendisini. O açıdan DiCaprio'yu bi' kere daha izleyebilme fırsatı iyi olacak. Bi' de DiCaprio'nun yanında, bence O'ndan daha kaliteli olan Ben Kingsley ve Mark Ruffallo var. Onlar benim için DiCaprio'dan daha çekiciler. Bi' de tanımadığım fakat Michelle Williams diye bi' bayan oyuncu. Eğer bu kadın, bunca yaşlanmış güzel kadın oyuncuların arasından sıyrılıp, kendisine esaslı bi' yer edinirse şaşırmayın. Filmografisini inceledim, gayet başarılı duruyor. Önümüzdeki ay inceleriz artık.

Kısacası şimdiden programınızı yapın. Ajanda tutuyorsanız, 12 Mart Cuma gününden birkaç saati kendinize ayırın ve şöyle keyifle iyi bi' film izleyin. Evet, iyi bi' film olacak.

21 Şubat 2010 Pazar

The Wolfman (2010)

Sherlock Holmes vizyondan kalkmıştı. Ben "Ejder Kapanı'na mı girsek?" dedim, O kabul etmedi.

Joe Johnston yönetmiş. 1999, October Sky filminin yönetmeni. Şimdi bu tip "Batman", "Superman", "Wolverine" gibisinden süperkahraman hikayelerine, Christopher Nolan'ın Batman: The Dark Knight filminin, olumlu yönde, etkisi oldu. Herkes "Demek ki bu tip süperkahraman ve/veya doğa üstü yaratık filmleriyle de gerçek izleyicinin dikkatini çekebiliyormuşuz." demişler gibisinden bu filmlerin yönetmenleri de olayın kolayına kaçmak yerine, işlerine felsefe katmaya başladılar. Bu filmde de o nokta dikkatimi çekti yani.

Ayrıca yönetmenleri bi' tarafa bırakıp, oyunculara döndüğümüzde de durum aynı. Eskiden "Patlamaya yapmaya çalışan oyuncular için" şeklinde tanımlanan bu filmleri bugün en harbi oyuncular bile reddetmiyorlar. Hadi Anthony Hopkins ömrü boyunca psikopat kötü lider adamı oynamaktan hiç kaçmadı ama kanatimce müthiş bi' oyuncu olan Porto Rikolu Benicio Del Toro'nun böyle bi' şekli hiç yok. (Sin City'deki sineklik miktar hariç.). Anthony Hopkisn ve Benicio Del Toro'nun yanında da, o klasik elbiseler içerisinde gözüme bi' başka gözüken (The Young Victoria 2009'da da öyleymiş sanırım...)Emily Blunt ile Matrix'in Ajan Smith'i Hugo Weaving vardı ve böyle sıradan bi' filmde oyunculuğa doydum açıkcası.

Filmdeki kurtadam tasfiri de iyiydi. 2 kurtadamın birbirleriyle dövüşmeleri, bunların baba-oğul olmaları ve Anthony Hopkins'in oyunculuk dersi çok iyiydi.

Filmi övemiyorum. Zaten dar çerçeveli bi' hikaye olan Kurtadam'dan fazlasını beklemek de yanlış olurdu. Sonuçta Kurtadam bu, yapacağı şey vahşet, parçalamak, karın deşmek, kafa uçurmak ve bunlar gibi şeyler. Eğer bunları görmeye eyvallahınız varsa, bunlar filmde mevcut, gönül rahatlığıyla gidebilirsiniz.

Ama ben demiştim Ejder Kapanı'na gidelim diye. :(

19 Şubat 2010 Cuma

The Incredible Hulk (2008)

Yönetmen de Luc Besson'un yazdığı Danny The Dog filminin yönetmeni; Louis Leterrier.

Fight Club, American History X, The Score, 25th Hour, Frida, Red Dragon, Kingdom of Heaven, The Italian Job, Pride and Glory gibi ciddi yapımlardan bildiğim ve bildiğiniz Edward Norton ile Quentin Tarantino'nun Pulp Fiction ve Reservoir Dogs filmlerinde ciddi rollerle onore ettiği Tim Roth'u buluşturmasıyla kafamdaki tüm önyargılara rağmen izledim bu filmi. Ayrıca Norton ve Roth'un dışında, onlar kadar iyi oyuncu olmasa da güzelliğiyle biz sinemaşinasların sevgisine nail olmuş Liv Tyler da başka bi' etkendi tabi. Bu blog sayfasında gizli saklı hiçbir şey yok, :)).

Filmi izledim. "Çok beğendim." diyemem ki zaten bu tip süper kahramanlı çizgi-roman muhabbetine sarılmış yapımlara karşı da öyle pek ilgim yok. Genelde izlemem, izlediklerimi de pek beğenmem. Bunu da beğenmedim işte. Bi' kere Edward Norton ile, Tim Roth çok iyi oyuncu olmalarına rağmen, bence canlandırdıkları karakterlere uyumlu değillerdi. Bi' düşünün ya, Edward Norton ve Hulk... Hakikatten yanlış bi' tercih olmuş. Öteki desen, Tim Roth ile savaşcı bi' asker. O da olmamış. Bence daha atletik bi' kişi seçilmeliydi. Garip durmuş. Bi' tek Liv Tyler oturmuş ki O da zaten çizgi filmlerdeki kızlar gibi bi' şey. Oturmaması imkansız. Zaten bu tip tırt yapımların insanı.

Ekran görüntüleri vereyim de bitsin bu yazı;