9 Temmuz 2010 Cuma

Mad City (1997)

Tom Matthews'in yazdığı(başka da bir şey yazmamış zaten), Costa-Gavrasın yönettiği ve dünyanın gelmiş geçmiş en iyi oyuncularından biri olan Dustin Hoffman ile iyi oyunculardan John Travolta'nın başrollerini paylaştığı etkileyici bir film. Bir filmi hakkında tek satır okumamış ve zerre bilgi sahibi olmaksızın izlemenin keyfini en üst limitlerde yaşattı bana.

Filmin bitmesinin hemen ardından, önce "Ne alakası var bu isimle şimdi?" sorusunu sordum ama bunun üzerinden hemen hiç geçmeden "Bütün şehirler zaten delirmiş değil mi?" diye de kendime sormadan edemedim. Enfes bir film olmuş. Zaten Dustin Hoffman gibi, Al Pacino ve Robert De Niro'dan tek farkı, Onlar'ın bulundukları efsanevi yapımlarda bulunamamış olması olan bir aktörü izlemenin keyfi bir yana dursun, John Travolta'nın da bugüne kadar gördüğüm en muhteşem performansını sergilemesiyle ve bunu ezik bir karakteri canlandırmasıyla birlikte "sinema keyfi" olgusunu iliklerime kadar hissetmemi sağladı. Çok ama çok iyiydi. Son olarak, yardımcı bayan rolünde oynayan Mia Kirshner(1994 - Exotica) adlı Kanada/1975 doğumlu güzel aktörün performansı da muhteşemdi. Öyle ki canlandırdığı iğrenç mahlukatlardan tiksindiğimi bir kere daha hatırladım.

Gayet hızlı bir giriş ile "Eyvah, bombalar bu kadar erken mi patlayacak?" şeklinde sorduran ve adeta "Aksiyon filmine hoşgeldim yine :(" dedirten birkaç görüntünün ardından "Hahahaha!!! Nasıl da yedim ama?" tepkisine sebep olan ve Amerikan/Dünya Medya kültürünün iğrençliğini, yeterli miktarda ayrıntı vererek sergileyen bir filmden daha başka ne istenebilir ki? Bir iletişim meslek lisesinde, yani RTV ve Gazetecilik bölümlerinin olduğu bir okuldaki PR sınıfından mezun olmuş ve diğer bölümlere de asla uzak kalmamış bir insan olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki; Bu filmi RTV sınıflarında ders olarak göstersinler. Gerçi sonrasında "Bir daha o sınıfta derse girmek isteyecek öğrenci kalır mı?" ya da "Bu sınıfta ders görmeyi kabul eden insanlarla, nasıl aynı havayı solurum?" soruları kulaklarda çın çın çınlar mı? Onu bilemem... Bildiğim tek şey; Dünyanın iyice pisleşmesindeki en önemli birkaç etkenden birisi de şu kahrolası medya.

Neyse; Daha fazla kafaya takmayacağım. Fakat bunu reddediyorum. Reddediyorum, çünkü bu köhne sistemin bir parçası olmak istemiyorum. Çünkü bu güzel filmin sonunda anlatılanı çok iyi algılıyor ve hissediyorum.

Sonumuz son olsun.

(Sanırım bu filmden sonra, Robert De Niro başrollü, 15 Minutes'i izleme zamanım geldi.)











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yazmak için hiçbir engel teşkil etmez. Kelime doğrulama istemez, denetim beklemez. Öyle güzel bir yer burası.