Ailevi problemleri yüzünden dedeleriyle kalmak zorunda kalan 2 çocuğun hikayesi. Fena bi' dram. Filmin diyalogları, sahnelerinden ziyade sessizlikleriyle güzelleşmiş. Atalay Taşdiken finanse etmiş, senaryosunu yazmış ve yönetmiş. İzlenebilir.





Bob: I don't want to leave.Charlotte: So don't. Stay here with me. We'll start a jazz band.Lise aşkları gibi masum ve itiraf etmesi zor bi' aşkın tanımı bu film...





Belki de Quentin Tarantino'nun bugünki hale gelmesine sebep olan 2 filmden 1'i de budur. Tarantino'nun çulsuz dönemi. Film senaryoları yazıyor ve fakat bunları çekmek için finans sıkıntısı yaşıyor. Sonrası ise vahim, Quentin Tarantino yazdığı 2 filmin senaryosunu Tony Scott ve Oliver Stone gibi dönemin iyi yönetmenlerine satmak zorunda kalıyor. Sonra o paralarla Reservoir Dogs ve Pulp Fiction geliyor. Sonrası zaten malum...










Bugün evden çıkma amacım, hem bi' arkadaşla buluşup biraz laflamak hem de Nurgül Yeşilçay ve muhteşem kadrosuyla 7 Kocalı Hürmüz filmini izlemekti. Fakat sinema salonuna gittiğimde filmin vizyondan kalkmış olduğunu öğrenmemle beraber, "Gelmişken bi' filme gireyim..." mantığını yürüttüm ve Kurtlar Vadisi: Gladio'yu seçtim. Öyle ya, BKM Mutfak'ın hazırladığı Çok Güzel Hareketler Bunlar adlı TV programının popülaritesinden yararlanmak için, bayram şekeri kıvamında sunulmuş Neşeli Hayatlar ve Saw dizisinin 6. bölümü(!)ne girmektense, son yıllarda bariz bi' kalite artışı gösteren Kurtlar Vadisi dizisinin Spin-Off'u Gladio filmini görmeyi yeğledim. İyi de yapmışım. Peki niye? Yani belki de sormak istediğiniz soru; "Ya arkadaş, çok müthiş bi' film mi izledin?" olabilir... Buna cevabım kesinlikle ama kesinlikle "Evet!" olamaz zira hem prodüksiyon hem de hikaye anlamında 4x4 bi' film değildi. Ancak Türk Sineması adına müthiş ümit verici bi' yapımdı. Yani yapımcı Raci Şaşmaz'ı kutlamak gerek. Şöyle açıklayayım. Müthiş bi' cesaret örneği gösterilmiş. Abdullah Öcalan gibi bi' adamı, tam adı ve soyadıyla vermemiş de olsalar, hemen hemen hepimizin bildiği ve O'nun için kullandığı "Apo" adı altında filme dahil etmişler ve bunu da tıpkı kendisine benzeyen bi' insana rol vererek yapmışlar ki bu bence gerçekten de müthiş bi' ilerleme. Sonuçta kendisinin, bu ülkedeki bu sinema salonlarına gelebilecek kadar hür ve hatırı sayılır miktarda seveni-sayanı mevcut. Ayrıca bundan daha ciddi bi' iş de, söz konusu kişiyi yok etmek için düzenlenmiş bi' suikasti, "Turgut Özal haber verdi ve Apo kurtuldu..." imajı çizerek de insanlara sunmaları ve yine Turgut Özal kişisini oynayan oyuncunun tıpkı gerçeğine benzemesi de, hoş sonradan söz konusu suikasti Turgut Özal'ın değil de başka birinin istihbaratıyla kurtulduğuyla bağlasalar da, gerçekten Türk Sineması'nın özgürlüğü ve cesareti adına müthişti bence.
Günümüz Türk Sineması'ndan nefret etsem de, yine de bazı yapımlar dikkatimi çekmiyor değil. Bu şarkıda, sanırım şu sıralar vizyonda olan, Ezel Akay'ın çektiği ve Nurgül Yeşilçay'ın başrolünü oynadığı 7 Kocalı Hürmüz filminden geliyor. Kesinlikle dinleyin. Hüseyin, özellikle sen dinle. Eski bi' şarkı olduğunu biliyorum ama kimindir, ne zaman yapılmıştır bilgim ve araştırmaya mecaalim yok açıkcası. Dinleyin işte...
Clint Eastwood'un çektiği ilk uzun metrajlı film. Hikaye anlamında fena değil ama itiraf etmeliyim ki Clint Eastwood yönetmenlik koltuğundaki ilk deneyiminde geçer bi' performans sergileyememiş. Öncelikle şu an için gelmiş geçmiş en iyi yönetmenler arasındaki yerini garantilemiş olan bu adamın acemilik döneminde çektiği bu filmi izlemek çok keyif vericiydi. Bunu belirtmem lazım.






Ronin sözcüğü efendisiz savaşçı (samuray) anlamına gelmekteyse de aylak, boşta gezer şeklinde de kullanılmaktadır. Kelime anlamına bakıldığında ronin "dalga adam" demektir ve denizdeki dalgalar gibi oradan oraya savrulan kişi anlamına gelmektedir.
Japonya tarihine bakıldığında feodal dönemde derebeylerinin (toprak sahipleri) topraklarını koku sistemiyle yönettiği görülür. Koku sistemi derebeyinin toprak büyüklüğüne göre ne kadar insan doyurabiliyorsa o oranda asker besleme zorunluluğuydu. Savaş zamanlarında ordu savaşta olduğunda pek sorun olmamakta ama barış zamanında en küçük fazlalıkta bile sorunlar çıkmaktaydı.
Japon halkı şu sınıflara ayrılmıştı:
- Efendiler: Soylular ya da toprak büyüklüğüne göre rütbeleri olan toprak sahipleri.
- Samuraylar: Asker ve savaşçılar (Daha sonradan köylülerden oluşan bir alt birlikte oluşturulmuştur.)
- Demirciler: Kılıç ve silah yapımına çok önem verildiğinden bu kişilere saygı duyulur, bazı ustalar samuraylardan bile üstün görülürdü.
- Çiftçiler: Rençberler, ekim dikim işlerine bakan kişiler.
- Tüccarlar: Bu insanlar ne kadar varlıklı olurlarsa olsunlar pek iyi gözle bakılmazdı, 19. yy.'a kadar şerefli bile sayılmazlardı.
- Kasaplar: Garip gelse de kasaplık iyi bir insanın yapacagı iş olarak görülmediğinden; günahkârlar, suçlular, toplumdan uzaklaştırılmış ve soyutlanmış kişiler de bu isimle anılırdı)
- Roninler: Aslında yukardaki gruba girmekle birlikte daha da aşağıda görülmüşlerdir.
Bir kişinin ronin (gezgin savaşçı) olabilmesi için en başlıca sebepler şunlardır: Efendisini geregi gibi koruyamamış olması, utanılacak yüz kızartıcı suçlar işlemesi ve seppuku (harakiri) yapmaktan kaçınmasıdır. Ayrıca "Koku sistemi"ne göre belirtilen sayını aşılması durumunda efendiler zorunlu olarak değer verilmeyen kişileri süreli ya da süresiz olarak gönderebilirlerdi. Yine samuraylar; üstünlüklerini kanıtlamak, kendilerini geliştirmek, yöresel kahramanları ve teknikleri öğrenmek için kendi istekleri ve efendilerinin rızasıyla uzun yolculuklara çıkabiliyorlardı. Bu yolculuğun mistik bir havası vardı. Çekilen zorluklardan, atlatılan ölümlerden sonra böyle samuraylara kale komutanlıkları da verildiği görülmüştür. Çünkü yöresel kahramanlara yapılan meydan okumalarda yapılan hatanın sonucu ölümdü ve bu karşılaşmalar gerçek kılıçla yapılıyordu. Bu şekilde ronin olarak tanınmış en ünlü savaşçı Kensai Miyamoto Musaşi'dir.
2002'de çekilen, İngiliz yönetmen Danny Boyle'nin şaheseri 28 Days Later filminin devamı niteliğinde çekilmiş bi' başka şaheser. Fakat bu filmin yönetmeni Danny Boyle değil, Juan Carlos Fresnadillo adında bi' İspanyol. 1967 doğumlu yönetmen filmin senaryosuna da katkıda bulunmuş. Baktığımız zamanda, Danny Boyle'nin bu kararı bence de çok yerinde olmuş, çünkü bu tip müthiş bi' filmin devamı niteliğinde çekilen filmler, genelde hep ilkinin gölgesinde kaldığı eleştirisiyle karşı karşıya kalırlar. Danny Boyle'nin bu kararı, kendisini ve daha önemlisi filmini, bu tip önyargı dolu eleştirilerden korumak için iyi bi' tercih olmuş. Kendisi de zaten yapımcılık göreviyle projede yer almış.








Uyuşturucu ve bahis batağına batmış ruh hastası, ahlaksız bi' polis memurunun tecavüze uğramış genç bi' rahibenin davasının peşinde girdiği ve çıktığı suç deliklerini konu edinmiş ve Fatih'in tabiriyle "Tam bir underrated film.". Underrated filmlerin, neden underrated kaldıkları hakkında teoriler uydurmayı çok severim. Bu film için de "Harvey Keitel gibi bi' adamın Amerikan Polisini itin götüne sokması bazılarını rahatsız etmiş olabilir." şeklinde bi' yorum yapabilirim. Yönetmen; Abel Ferrara... Pek tanımam... Başrolde, az önce de belirttiğim gibi, Harvey Keitel var ki kendisi bana göre, şu son izlediğim filmle birlikte tescilledim ki, bi' Robert De Niro ve bi' Al Pacino'dan aşağı değil ya da birazcık aşağı. Hatırlamayan olur mu, bilmiyorum ama ben oynadığı bazı filmleri yazayım ki ne kadar büyük bi' oyuncu olduğunu bi' kere daha hatırlayalım; Pulp Fiction, Taxi Driver, Reservoir Dogs, Mean Streets, Smoke ve bunlar gibi... 80'lerden 90'lı yılların başına kadar müthiş bi' grafik çizmiş ve sonradan hafif bi' düşüşe geçmişti ki, Quentin Tarantino, birçok diğer oyuncuya yaptığı gibi, O'nu da kanatları altına aldı ve biz genç nesile bi' kere daha hatırlattı.














