Pascal Laugier'in üçüncü uzun metraj filmi. Diğer ikisinde de olduğu gibi bunun da hem senaryosunu hem de yönetmenliğini üstlenmiş. En sevdiğim yönetmen tarzı bu işte! Bu filmlerin birincisini henüz görmedim ama Pascal'ı tanımama vesile olan ikinci filmi Martyrs'i izledikten sonra, bu adama kafayı takmıştım. Bu filmi de izlemek için sabırsızlanıyordum. Bugün kısıtlı bir zaman dilimine sıkıştırıp, izledim. Hoş, bu tercihim belki de filmi %100 yakalayamama sebep oldu ama olsumn. Birara tekrar izleyip, filmi iyice kavrayabilmeyi de planlıyorum. Eğer öyle bir şey olursa, ikinci bir yazıyla atladığım şeyleri eklerim.
Bir adam düşünün; Bir doğum sahnesinde ufacık bir bebek oynatabiliyor. Yani, doğum anındaki bebek büyük ihtimalle maketti ama daha sonra annesinin kucağında uyuyan şey sahte değildi yani. Adam resmen bir bebek kullanmış. Tıbben bu durumu açıklayacak kadar bilgi sahibi değilim ama benim tahminim oldukça riskli bir iş. Tabi bunları göze alabiliyorsanız, istediğiniz çekebilmeyi ve Pascal olmayı başarabiliyorsunuz. Mesela "Martyrs!" denildiği zaman, insanların aklına gelen ilk şey, o işkence görmüş kızın işkence gördüğü mekandan kaçarkenki perişan görüntüsü gelir. Neden? Çünkü çok vurucu ve insanların bam teline dokunan bir sahne olduğu için. Adamın en iyi yaptığı iş bu. Bu filmde de öyleydi. Özellikle bunu Jessica Biel üzerinden çok teknik bir şekilde gerçekleştirmişti. Neredeyse filmin başından sonuna kadar yara, bere, kan, şişik, yırtık, kırık eksik olmadı.
Aslında filmi açtığımda, ilk kırkbeş dakika kafamda tek bir soru belirdi, "Bu filmin gidişi değişecek mi?". Bu soruyu kendi kendime sordum çünkü çoook ümitler bağladığım Pascal'ın böyle klişe bir film yaptığını görmek beni gerçekten şaşırtmış ve hattta hayal kırıklığına uğratmıştı. Her şey çok basit ilerliyordu. Zira baktığınız zaman film, "Küçük bir kasabadaki gizemli olaylar..." çerçevesinde ilerliyordu ki bu durum filmin hemen hemen yarısına geldiğimiz anda öyle bir değişti ki, Pascal filmdeki bütün objelerin yerini değiştirerek izleyiciyi filme bir kere daha bağladı. Böylece ilgiyi ve algıyı artırarak istediklerini aktarmayı azami ölçüde kolaylaştırdı. Bu dediğim hamlesinden sonra film öyle bir temaya girdi ki o ana kadar "GERİLİM/GİZEM" filmi diye lanse edilen ve hatta ismi de adeta, çok afedersiniz, b*k varmış gibi "SIR" diye sunulan film, belki de sinema tarihinin en iyi sistem eleştirilerinden birini yapmış oldu. (Bunun da ana objesi, geleceğimiz yavrularımız olduğu için, seyirci üzerindeki etkisi bambaşka oldu tabi...)
Bu yazıyı okuyan herkesin bu filmi bir şekilde edinip izlemesini tavsiye ederim. İzleyin ki böyle bir sistem eleştirisini sunarken hem konuşmacıyı hem de filmdeki gözü, yani olayları seyirciyle gören karakteri, dilsiz bir çocuk vasıtasını kullanma dehasına, harika kurguya, yine seyirciye oldukça yüksek bir gerçekçilik ile yaşattığı linç girişimi sahnesine ve THE TALL MAN EFSANESİNİN ORMANDAKİ YAPISINDAKİ OBJELERİ FİLMİN GİRİŞİNDEKİ CASTING YAZILARI ESNASINDA KENDİ İSMİNİN YANINA KOYMASINA şahit olmayı kaçırmayın.
Okuduğunuz için teşekkür ederim, saygılar. Fotoğraflara da tek tek bakın, hepsi birer süpersonik sahneler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazmak için hiçbir engel teşkil etmez. Kelime doğrulama istemez, denetim beklemez. Öyle güzel bir yer burası.