- What's the worst thing can happen?Çok çok çok çok muhteşem bir film olduğunu iddia edemem. Fakat izlenmesi gereken bir film olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Her ne kadar, ilk başlarda "Bizim büyüdüğümüz şehir, dünyanın en baba banka soyguncularını yetiştiren şehirdir." tadında, Yiğit Özgür'ün "Biz orospu çocuğuyduk!" mentalitesinde yapılmış bir film olabileceğini düşünmüş olsam da, filmin sonundaki hislerim bambaşkaydı.
**
+ FBI, OPEN THE DOOR!!!
İlk olarak Ben Afflect'ten başlamak gerekiyor sanırım. 1972 doğumlu bu oyuncu, senarist, prodüktör, yönetmen, yani kısacası tam bir sinema adamı olan bu şahısı, ilk defa Jennifier Lopez'in Styles P ve Jadakiss ile birlikte söylediği şarkı Jenny From The Block'ın klibinde tanımıştık. Yani benim yaşıtlarımın tam da ergenlik dönemine denk gelen bu vidyo, birçoklarımızın başını az döndürmemişti;
Geçenlerde, bazı bazı bu sayfada adını andığım dostum Hüseyin ile bir iftar yaptık. Ardıdan yaptığımız sohbette şöyle dedi; "Jennifier Lopez ile birlikte olan adamın kariyerinde düşüş oluyor. Devamında kendisinden ayrılan adamlar birden yükselişe geçiyorlar. Ben Affleck de gerçekten bu tanıma uyuyor. Jennifier Lopez ile takıldığı döneme kadar sürekli tırt tırt filmlerde görülen bu adam, Jennifier Lopez'den ayrıldıktan sonra birden bire evrim geçiriyor ve oyunculuktan yönetmenliğe atılıyor. Hatta adam 1997'de Matt Damon ile yazdığı ve 1997'de yayınlanan Good Will Hunting ile Oskar bile aldı. Bu da kendisinin ikinci uzun metrajlı filmi. Üçüncüsü Argo da 2012'ye gelecekmiş. Neyse yani, özetle, gelecek için müthiş şeyler vaadedebilen bu adamı, bu filmde de yine iyi bir yönetmen, kötü bir oyuncu olarak izledik. Olsun yine de memnunum.
Filme gelince...
Şunu bir daha söyleyeyim ki; İzleyin. İzleyin çünkü ben tavsiye ediyorum. :p. Şaka bir yana, bir suç filmine katılabilecek kadar dram katılmış, acayip bir yapım. Hani biraz az katsan, belki olur ama bundan biraz daha fazlaya gitsen sıkıntı olur ya. Bu adam tamı tamına oturtmuş mevzuyu. Gone Baby Gone filmiyle ümit veren Ben Affleck için başarılı geçen bir sınav olmuş adeta. Bu arada filmin başından sonuna kadar maruz kaldığım Boston aksanına da bayıldım. :).
Bunlardan hariç, 1995 yılında Al Pacino ve Robert De Niro efsanelerinin başrollerini paylaştığı Heat filmine olan göndermeleri için bile izlenir yani.
Boston'da bulunan, Charlestown adlı bir kasaba. Bu kasabada yaşayanlar burası için "The Town" diyorlar. Misal Sinanobalılar'ın Sinanoba için "Semt" ifadesini kullanmaları gibi... Bu kasabanın özelliği, oldukça fazla banka soyguncusu çıkartması. Hatta bu olay o kadar ileri gitmiş ki, banka soygunculuğu atadan oğula geçen bir meslek haline dönüşmüş. Ancak işte gel zaman, git zaman FBI'ın da çabalarıyla bu soyguncular tek tek ayıklanmış. Ayıklanmayan tek bir çete kalmış, o da, sizin de tahmin edebileceğiniz gibi, bizim adamların çetesi. :).
"İşte soygunlar filan, böyle muhabbetler dönüyor hep." dersek filmi sıradanlaştırmış oluruz. Öyle değil çünkü. Bir soygun filminden daha fazlası. Sonu klişe, eyvallah. Ya da ne bileyim, çete elemanlarından birinin cinayete ekseriyetle karşı olmasına karşın, bir tanesinin de sürekli adam öldürmek için fırsat kollaması bir klişe. Bundan hariç "Bu son işim bırakıyorum..." tribi klişe. "Bu son işim..." diyen adama baskı yapıp O'nu ekipte tutma çabası ayrı bir klişe. EYVALLAH!
Fakat film gerçekten çok farklı.
O çiçek bahçesi çok güzel, güneşli günler de...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazmak için hiçbir engel teşkil etmez. Kelime doğrulama istemez, denetim beklemez. Öyle güzel bir yer burası.